0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
147
Okunma
Hz. Ömer (r.a.): Adalet, Tevazu ve İman Abidesi
Yazar: Murat Kerem
Sönen Bir Kandilin Yaktığı Işık
Bir gece Medine’de küçük bir kandil söner; ardından başka bir kandil yanar. İlki devletin kandiliydi, ikincisi evin… O anı görenler, defterlere yalnızca bir “tasarruf” satırı değil, bir vicdan tarihi yazdılar: Mülke bir damla yağ bile karışmasın. Bu küçük sahne, büyük bir hayatın özeti gibidir — adı Ömer b. Hattâb.
Akşam serini Mescid-i Nebevî’nin taşlarına uzun gölgeler düşürürken, bir isim anıldığında kalplerin ritmi değişirdi: Ömer. O, yalnızca bir devlet başkanı değil; imanla sertleşmiş iradenin, adaletle yumuşamış kalbin ve tevazu ile berraklaşmış aklın adıydı. Kur’ân’ın Muhâcir ve Ensâr’ı övdüğü o ilk nesilde [1], “hakla bâtılı ayıran” manasıyla el-Farûk diye çağrılırdı.
Resûlullah’ın (s.a.s.) şu duası da bunun müjdesiydi:
“Allah’ım! İslâm’ı, iki Ömer’den biriyle (Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişâm ile) izzetlendir.” [2]
Ve dua, Hz. Ömer’in (r.a.) kalbinde Tâhâ sûresi ayetleriyle yankı buldu; abdest aldı, secdeye kapandı, gözyaşlarıyla teslim oldu. Abdullah b. Mes‘ûd (r.a.) şöyle demiştir:
“Biz, Ömer İslâm’a girmeden önce Kâbe’de açıktan namaz kılamazdık. O Müslüman olunca, izzet bulduk.” [3]
Resûlullah’ın övgü dolu beyanları ise hayatına manşet oldu:
“Şeytan, Ömer’in tuttuğu yoldan başka bir yoldan gider.” [4]
“Hak, Ömer’in dili ve kalbi üzerine konmuştur.” [5]
Hicretin Vakarından Emanetin Ağırlığına
Hicret günlerinde herkes izlerini gizlerken, Ömer Kâbe’de namaz kıldı; ardından Kureyş’in ileri gelenlerine meydan okuyarak:
“Anasını ağlatmak isteyen, karşıma çıksın!” dedi [6] ve vakarla Medine yoluna düştü.
Bu, gözü kara bir meydan okuma değil; hakkın yanında dosdoğru bir duruştu.
Yıllar sonra Hz. Ebû Bekir’in ardından hilâfet emaneti omuzlarına bırakıldığında, gücü önce aynaya çevirdi:
“Fırat kenarında bir keçi kaybolsa, Allah ondan beni sorar.” [7]
Bu cümle, onun yönetim anlayışının çekirdeğiydi: Adalet, kâğıda yazılmış bir madde değil; gece Medine sokaklarında kapı kapı dolaşan canlı bir vicdandı.
Gece Tutan Bir Vicdan
Bir gece kenar mahallelerde dolaşırken, anne-kız konuşmasına kulak misafiri oldu. Anne süte su katılmasını istedi. Kız itiraz etti:
“Emîrü’l-Mü’minîn yasakladı.”
Anne: “O bu saatte nereden bilecek?”
Kızın cevabı çağlara mühürlendi:
“O görmese de Allah görür.” [8]
Ömer başını eğdi, gözleri doldu. Ertesi gün o kızın temiz vicdanını kendi hanelerine dâhil etmek istedi. Çünkü ona göre kanun, kâğıtta değil; kalpte yaşayınca şehir kurulur.
Kıtlıkta Merhamet, Düzen Kurarken Tevazu
Âmü’r-Remâde yılında sofralardan et ve yağ kalktı; Ömer siyah yağla kuru ekmek yerken dudakları çatladı, yüzü soldu:
“Halkım açken ben nasıl doyayım?” [9] dedi.
Kervanlar Medine’ye ulaştığında gözlerinden yaş süzülüyordu; çünkü onda adaletle merhamet aynı pınardan akardı.
Bu merhamet, devleti terbiye eden bir akılla birleşti: divan teşkilatı kuruldu, askerî kayıt sistemi düzenlendi, beytülmâl emniyete alındı [10]; valiler titizlikle denetlendi. Ama bütün bu “kurumsal” adımların arkasında yamalı elbiseyle sokakta yürüyen, sırtında un çuvalı taşıyan bir halife vardı [11].
Yabancı elçiler şaşkınlıkla bakarken, onun cevabı hep aynıydı:
“Biz izzeti Allah’ta ararız.” [12]
Kudüs’ün anahtarları teslim edildiğinde, şehir bir hükümdarı değil, emanetin bekçisini karşıladı [13]. Deveye hizmetkârıyla nöbetleşe binen halife, yamalı elbisesiyle şehre girdi; Mescid-i Aksâ çevresini kendi elleriyle temizlediği rivayet edilir. Temizlik, sadece bedenin değil, şehrin ruhunun da imanıydı.
Teferruatta Adalet
Bir gün devlet işleri konuşulurken kandilin yağı beytülmâlden karşılanıyordu. Konu şahsî meseleye dönünce kandil söndürüldü, kendi yağıyla fitil yakıldı [14].
Küçük görünen bu ayrıntı, büyük bir hakikati işaret eder:
Mülke karışmasın diye bir damla yağın bile hesabı verilir.
Ferasetin Ufku ve Son Ders
Fıkıh meclislerinde miras, nikâh, ceza gibi meselelerde Kur’ân ve Sünnet’in ruhunu kavrayan ferasetiyle söz aldı. Efendimiz (s.a.s.), bir sözünü işitince:
“Kâbe’nin Rabbine yemin olsun, isabet ettin.” buyurdu [15].
Ümmetin gönlünde dolaşan meşhur rivayet de bu çizgiyi özetler:
“Benden sonra peygamber olsaydı, Ömer olurdu.”
(Nübüvvet kapısı kapanmıştır; onun büyüklüğü, peygamberliğin gölgesinde hakkı ve hikmeti taşımasındandır.)
Ve bir sabah… Sabah namazında hançer darbesiyle yaralandığında ilk sorusu şuydu:
“Beni vuran Müslüman mı?” [15]
“Hayır” cevabını alınca “Elhamdülillah” dedi; çünkü bir mü’minin eline ümmet kanı bulaşmamıştı.
Son nefeslerinde gözü dünyaya değil, Habîb’in kapısına çevrildi; Âişe validemizden izin isteyerek Resûlullah’ın yanına defnedildi [16]. Hilâfeti ise şûrâya bıraktı; çünkü makam bir post değil, ümmete ait bir emanetti.
Bugüne Düşen Pay
Hz. Ömer’in hayatı bize şunu öğretir:
• İzzet, gösterişte değil; hesap verebilirliktedir.
• Vakar, koltukta değil; seccadede yükselir.
• Adalet, duvara asılı bir cümle değil; gece kapı kapı dolaşan bir vicdandır.
Onu anlatmak, yalnızca bir şahsiyeti övmek değildir; kendimize ayna tutmaktır. O aynada görürüz ki: gücümüz arttıkça sorumluluğumuz, bilgimiz derinleştikçe tevazumuz, iddiamız çoğaldıkça hesabımız büyümelidir.
Ömer’in adımları Medine’nin kumlarında kaldı; ama sesi hâlâ kulaklarımızda:
“Halka yakın ol; hakkı ölç; kendini hesaba çek; Allah görüyor.”
Ve bu ses bugün de fısıldar:
Adaletin en küçük damlasını korursan, Allah şehrine rahmetin en büyük nehirlerini indirir.
Kaynakça
[1] Tevbe Sûresi, 9/100
[2] Tirmizî, Menâkıb, 3682
[3] İbn Sa’d, Tabakât, III, 267
[4] Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 6
[5] Tirmizî, Menâkıb, 3682
[6] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII, 131
[7] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 90
[8] Kandahlavî, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 359
[9] Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk, IV, 57
[10] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII, 142
[11] Kandahlavî, Hayâtü’s-Sahâbe, II, 275
[12] İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, II, 312
[13] Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk, IV, 126
[14] İbn Abdilberr, el-İstîâb, III, 1147
[15] Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 5–6
[16] İbn Sa’d, Tabakât, III, 281