Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Mervan Tan
Mervan Tan

Bir sevda hikayesi 2

Yorum

Bir sevda hikayesi 2

( 1 kişi )

0

Yorum

5

Beğeni

5,0

Puan

170

Okunma

Bir sevda hikayesi 2

Bir sevda hikayesi 2

Not: ilk yazının devamıdır.



Gece ayazı iliklerine kadar işliyordu. Kar, rüzgârla birlikte savruluyor; her nefes ağızdan buhar olup çıkıyordu. Mirza, kayalıkların arasında bulduğu küçük bir mağaraya Zeynep’i götürdü. İçeri girince rüzgârın sesi azaldı, ama soğuk hâlâ kemiklerine işliyordu.

Mirza, etraftan topladığı kuru dallarla zor da olsa bir ateş yaktı. Alevler küçük ama ısıtıcıydı. Zeynep ellerini ateşe doğru uzattı, parmakları morarmış gibiydi.
“Burası iyi oldu,” dedi titrek bir sesle.
Mirza başıyla onayladı, “Sabaha kadar buradayız,” dedi.

Bir süre sessizlik oldu. Zeynep başını Mirza’nın omzuna yasladı.
“Yanlış bir şey yapmadık, değil mi?” dedi.
Mirza şefkatli ve kendinden emin bir sesle, “Hayır, sadece sevdik,” dedi.

Dışarıda tipi devam ediyor, mağaranın ağzından kar taneleri içeri süzülüyordu. Ateşin çıtırtısı ve rüzgârın uğultusu arasında yavaş yavaş birbirlerine sarılıp uykuya daldılar.

Kilometrelerce ötede, sabah erkenden Kahya, Ağa’nın odasına geldi, nefes nefese:
“Ağam… Zeynep… kaçmış…”

Ağa anında doğruldu, gözleri kızının odasının boşluğunda dolaştı. Öfkeyle ayağa kalktı, konağın içinde hizmetçilere bağırdı:
“Herkes neredeydi, kimse bana haber vermedi mi?”
Hizmetçiler titreyerek, “Ağam, haberimiz yoktu…” diyebildiler.

Ağa sinirle adamlarını çağırdı:
“Hemen peşlerine düşün, bulun!”

Fakat kar ve tipi yolları kapatmış, arazide hiçbir iz bırakmamıştı. Adamlar saatlerce iz sürmeye çalıştılar ama sonunda hiçbir şey bulamayacaklarını anlayıp geri dönmek zorunda kaldılar.

Sabahın ilk ışıkları mağaranın ağzından süzülürken Mirza sessizce kalktı, ateşin külünü dağıttı. Sonra Zeynep’e döndü, diz çöküp hafifçe omzuna dokundu:
“Zeynep, hadi gidelim,” dedi.

Zeynep gözlerini ovuşturdu, yavaşça doğruldu. Mirza elini uzattı, Zeynep tutunup kalktı. İkisi de sessizce dışarı çıktı. Hava hâlâ serindi ama güneş dağların ardından yükselirken içleri biraz ısındı.

Yol zordu. Kar dizlerine kadar çıkıyor, rüzgâr yüzlerini kesiyordu. Mirza önden yürüyüp iz açıyor, Zeynep onun izlerine basarak ve elinden tutarak ilerliyordu. Gün boyu yürüdüler; ayakları ıslandı, etek ucu kardan ağırlaştı. Nefesleri buhar olup havaya karışıyor, yanakları kızarıyordu.

Öğleye doğru Zeynep titremeye başladı, dizlerinin üstüne çöktü.
“Mirza… daha çok var mı?” diye sordu kısık bir sesle.
“Az kaldı,” dedi Mirza. “Dayan Zeynep, halamın evi bu dağın arkasında.”

Zeynep başını salladı ama kalkmakta zorlandı. Mirza onu kolundan tutup kaldırdı, yürürken omzuna destek oldu. Gün boyu kar içinde yürüdüler. Zeynep’in adımları ağırlaştı, öksürüğü arttı. Mirza ara ara durup ona su içirdi, üşüyen parmaklarına üfledi. Kendi atkısını da çıkarıp Zeynep’in boynuna sardı.

Akşam karanlığı çökerken, sonunda Mirza’nın dediği tepenin yamacına ulaştılar. Pencereden sönük bir gaz lambasının ışığı gözüküyordu; kar ve karanlık arasında küçük ama güven verici bir işaretti.
“İşte orası,” dedi Mirza.

Zeynep gözlerini kısarak baktı, yorgun gözlerinde umut ışığı yandı. Mirza, Zeynep’i neredeyse yarı sürükler gibi kapıya götürdü. Kapıyı çaldığında içeriden ayak sesleri duyuldu. Kapıyı, beli bükülmüş, başında beyaz örtüsü olan yaşlı bir kadın açtı. Önce şaşırdı, sonra telaşla:
“Oğlum, nereden geliyorsunuz böyle? Nedir bu haliniz?” dedi.

Mirza başını eğip halasının elini öptü.
“Hala… başımıza çok şey geldi,” dedi, sesi yorgun ve kısık çıkıyordu.

Halası Mirza’nın yüzüne dikkatle baktı, karda üşümüş yanaklarını, çatlamış dudaklarını gördü. Sonra Zeynep’e döndü, elinden tutup içeri aldı. Ev küçük ama sıcaktı. Duvarda asılı eski bir Şahmeran tablosu ve titrek ışık saçan, çiviyle asılı duran bir gaz lambası vardı. İçeride yanık odun kokusu yayılmıştı.

Halası hemen telaşla çorba koydu önlerine, sıcak ekmek dilimledi. Zeynep o kadar yorgundu ki kaşığı tutan elleri titriyordu, ama her lokmada yüzüne biraz daha renk geldi. Mirza, sobanın karşısında otururken yavaş yavaş başına gelenleri anlattı: Ağa’nın konağından nasıl kovulduğunu, Zeynep’in hastalandığını, günlerce karda yürüdüklerini… Halası sessizce dinledi, gözleri doldu, dudaklarını sıktı.
Allah sizi korumuş yavrum,” dedi.

O gece halası, onlara yorgan döşek serdi. Gaz lambasını biraz kısarken,
“Rahat uyuyun, sakın çekinmeyin,” dedi.

Mirza ilk defa günlerdir derin bir nefes aldı. Ertesi sabah Zeynep’in ateşi biraz düşmüştü. Halası daha güneş doğmadan kalktı, çay demledi, ekmek kızarttı. Zeynep’e şifalı otlardan kaynattı, Mirza’ya da kocasından kalma temiz giysiler verdi.

Günler böyle geçti. Halası, Zeynep’e adeta kendi kızıymış gibi baktı. Soba hiç sönmedi, gaz lambasının camında zaman zaman buğu birikti, odada sıcak bir huzur kokusu dolaştı. Mirza, ilk kez bir yere ait olduklarını hissetti. Zeynep, birkaç gün sonra gülümsemeye başladı; yanaklarına yeniden renk geldi. Mirza bazen dışarı çıkıp odun kırıyor, halasına yardım ediyordu. Evde huzurlu, güven dolu bir hayat başlamıştı.

Günler geçmiş, Zeynep iyileşmişti. Artık aralarındaki sevgi gizlenmiyor, paylaşılan bir bağlılığa dönüşüyordu. Bir akşam, sobanın başında yan yana otururken göz göze geldiler. Sessizlik, kalplerinin hızlı çarpışını daha da belirgin kılıyordu.

Mirza yavaşça elini uzattı. Zeynep başını eğdi, utangaç ama gönülden bir teslimiyetle elini onun avucuna bıraktı. Gözleri konuşuyordu; kelimelere ihtiyaç yoktu.

O an, yıllardır bastırdıkları yakınlık, en doğal haliyle ortaya çıktı. Sobanın loş ışığında birbirlerine sarıldılar; utangaç gülümsemeler, fısıldanan kelimeler ve dokunuşların sıcaklığı o küçük evi bir yuva haline getirdi.

O gece, Mirza ve Zeynep için aşk, heyecan ve fiziksel yakınlık bir bütün olmuştu. Çekingenlikleri yerini güvene bırakmış, kendilerini tamamen birbirlerine teslim etmişlerdi.

Aradan iki ay geçti. Mirza ile Zeynep, halalarının evinde yavaş yavaş bir düzen kurmuşlardı. Bir akşam, herkes sessizce otururken Mirza başını önüne eğip konuştu:
“Halacığım… Sana çok yük olduk. İki aydır buradayız, artık gitme vaktimiz geldi.”

Hala elini Mirza’nın omzuna koydu, yüzünde sıcak bir tebessüm vardı:
“Oğlum, benim kimsem yoktu. Siz gelmeden önce bu ev bomboştu. Sizin sesiniz, gülüşünüz burayı canlandırdı. Zahmet değil, bana nefes oldunuz.”

Zeynep hafifçe gülümsedi, gözleri dolmuştu:
“Biz de sizi bırakıp gitmek istemiyoruz hala…”

Mirza derin bir nefes aldı, başını salladı:
“Öyleyse burada kalalım. Hem sana hem bize iyi gelir.”

O günden sonra ev daha da neşelendi. Zeynep sabahları bahçeye çıkıp çiçeklerle ilgileniyor, Mirza odun kesiyor, akşamları birlikte çay demleyip sohbet ediyorlardı. Küçük ev artık sadece bir sığınak değil, gerçek bir yuva olmuştu.

Aradan iki yıl kadar geçmişti. Mirza, ihtiyaç oldukça erzak almak için Başkale’ye inerdi. Yine böyle bahar aylarının serin bir gününde çarşıya indiğinde, kalabalığın arasında kulağına bir haber çalındı. Köylüler, Ağa’nın ağır hasta olduğunu konuşuyorlardı.

Mirza, bir köşede sessizce durup söylenenleri dinledi. Gören olmasın diye başını önüne eğdi, kimseye görünmeden çarşıdan ayrıldı. Köy yolunda yürürken yüreği sıkışıyor, adımları ağırlaşıyordu.

Eve varır varmaz Zeynep’in yanına gitti:
“Zeynep…”
“Ne oldu Mirza, neden böyle solgun görünüyorsun?”
Mirza gözlerini kaçırarak, “Köyde duydum… Ağa hasta. Hem de çok hasta diyorlar.”

Zeynep’in gözleri doldu. Ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı:
“Onu görmek istiyorum Mirza… Ne olursa olsun, babamı son bir kez görmek istiyorum.”

Mirza başını salladı:
“Tamam Zeynep, yarın yola çıkarız. Ne olursa olsun, seni konağa götüreceğim.”

Ertesi sabah Hala ile beraber erkenden yola koyuldular. Baharın yeşili, dağların karla kaplı tepeleri, yolları süsleyen çiçekler onların sessiz yolculuğuna tanık oldu. Her ikisinin de içinde başka bir fırtına vardı. Mirza, yıllar sonra konağın kapısına varacak olmanın gerginliğini hissediyordu. Zeynep’in kalbi ise hem özlem hem de korkuyla çarpıyordu.

Konağın büyük odasında baharın hafif serinliği hissediliyordu; odada ağır bir sessizlik, sanki zamanı durdurmuştu. Memet Ağa yatağında yatıyor, yüzü solgun, nefesi zayıf ama gözlerinde hâlâ gururla parlayan bir ışık vardı. Zeynep içeri girdiğinde bir an donakaldı; sonra babasının yanına koştu, dizlerinin üzerine çöktü.
“Baba… geldim,” dedi, gözlerinden yaşlar süzülürken sesi titriyordu.
Ağa derin bir nefes aldı, pencereden süzülen bahar ışığına baktı ve yorgun bir sesle konuştu:
“Beni bütün köye rezil ettiniz… Sözümü çiğnediniz.”
Zeynep’in gözyaşları sel olup aktı.
“Baba, annemi hatırlıyor musun?”



Ağa sustu; yüzü bir an daha gerildi, gözleri uzaklara daldı:
“Annem… Gençliğinde, sevdiği adama kavuşmayı istemişti. Ama sen bir ağanın oğlu olduğun için onu sana verdiler. Sevdiği adam… bir gece, ay ışığında gölün kenarına gitti. Kimseye bir söz söylemeden kendini sulara bıraktı. Sabah, gölde sadece gömleği bulundu. Annem o gece bir parçasını yitirdi; acısı yüreğinde bir kor gibi yandı, yıllarca sönmedi. Sonunda ince bir hastalığa yenik düştü ve sessizce bu dünyadan göçtü. Bana hep, ‘Kızım, sen sevdiğine kavuş,’ derdi. Ölmeden önce de aynı sözü fısıldadı. Peki… benim ve Mirza’nın kaderi de böyle mi olsun isterdin?”

Bu sözler Memet Ağa’yı derinden sarstı.
Yıllarca içinde susturduğu vicdanı konuşmaya başladı. Sessizce odasına çekildi, iki gece boyunca kimseyle konuşmadı; gözyaşlarını pişmanlıkla baş başa akıttı. İçindeki yük, sonunda dayanılmaz hâle gelmişti.

İki gün sonra Zeynep ve Mirza’yı çağırdı. Kızını bağrına bastı, Mirza’ya ölene dek onu koruyup kollamasını tembihledi. Geç de olsa düğünleri yapıldı. Memet Ağa, konağını ve işlerini Mirza’ya emanet etti; her şeyin sorumluluğunu ona verdi.



Yıllar su gibi aktı. Memet Ağa vefat ettiğinde, konak Mirza’ya kaldı. Mirza, adalet ve merhametle konağı yönetti; annesini, kardeşlerini yanına aldı, onlara kol kanat gerdi. Hala’sının ölümü, konağın hüzünlü geçmişine bir yara daha eklemişti, ama Mirza bu acıyı da sevgiye dönüştürmeye kararlıydı. Konak, bir zamanlar acının gölgesinde sessizce inleyen bir yerken, şimdi kahkahaların, dostluğun ve sevginin yankılandığı bir yuvaya dönüştü. Zeynep, annesinin hayallerini gerçekleştirmiş olmanın huzuruyla gülümsedi. Mirza ise her sabah, gölün uzak parıltısına bakar geçmişin yaralarını sarmaya ant içti..





Paylaş:
5 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Bir sevda hikayesi 2 Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bir sevda hikayesi 2 yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Bir sevda hikayesi 2 yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL