0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
138
Okunma

Hayatın hızı ve beton yığınları arasında, insan en kıymetli hazinelerini kalbinin en kuytu köşesine saklarmış. Benim hazinem, tam otuz beş yıl öncesinin kokusuyla tüllenmiş, köyümün serin yaylalarına ve babamın öğle azığını taşıdığım o altın sarısı günlere ait.
Babam, köyün çobanıydı. Omuzlarındaki yük, yalnızca sürünün sorumluluğu değil, aynı zamanda o sessiz dağların ve yemyeşil otlakların sükûnetini de sırtlanmaktı. Her öğle vakti, ruhumun beklediği o kadim ritüel başlardı: Babaannem ve ben, azık bohçasını kuşanıp, o günkü durağa, babamın yanına doğru yola çıkardık.
Minnettar Bir Bakışın Sofrası
O gün, bohçanın içindeki lezzet, sıradanlığın çok ötesindeydi. Evimizde lüks yoktu ama bizi doyuran bir bereket vardı. Babaannemin sakladığı o küçük parça kaymak ve biraz bulgur... Babamın pilava olan o mütevazı aşkını bilirdim. İşte o an, kalbimdeki sevgiyle demlenen bir kaymaklı bulgur pilavı yaptım ona. Yanına taze koparılmış domatesler ve o zarif yufka ekmek... Azığımız, bir sevgi mektubu gibi hazırlanmıştı.
Rotamız Bey Pınarı’ydı. Buz gibi suyun aktığı o meşhur pınar. Babam, yorgun sürüsünü dinlenmeye bırakmış, bizi bekliyordu. Bizi gördüğünde, yüzünde beliren o yorgunlukla harmanlanmış, içten gülümseme... Benim için dünyanın tüm ödülüne bedeldi. Azığı açtık. Babam, ilk kaşığı alıp gözlerini kapattığında, içimden bir ses fısıldadı: "Başardın."
"Eline sağlık kızım, ne kadar güzel olmuş, aferin sana," dedi.
O an, sıradan bir yemek benim için bir zafer ziyafetiydi. Neden mi? Çünkü biliyordum ki, babamın mutluluğu her şeye değerdi. O an, tek arzum, onun omuzlarındaki tüm yükü hafifletip, ona anlık bir huzur cenneti sunabilmekti. Babamın gözlerindeki o anlık huzur ve minnettar bakış, benim en büyük tatminimdi. Babam mutluysa, ben de mutluydum.
Sofraya tarlada çalışan köylüler de katıldı; çayımız bereketlendi, sohbetimiz koyulaştı. O sofrada ne maddiyat vardı ne de dert; sadece paylaşmanın ve bir sevdiğine huzur verebilmenin getirdiği saf bir bereket vardı.
Kaybolan Tadın Yitik Mirası
Yemek sonrası, kopardığım taptaze bir yaprağı hatıra olarak saklama sözü verdim. Aradan otuz beş yıl geçti. Ne o kaymaklı pilavın tadı, ne Bey Pınarı’nın sesi, ne de babamın "aferin"i aklımdan silindi.
Ama bugün, o lezzeti artık bulamıyorum. Babam, o kahramanım, artık yok. Köyüm yok, şehirdeyim. Ne o mekân kaldı, ne de çocukluk dönemimin masumiyeti... Hepsi gitti. O lezzeti eşsiz kılan, sadece malzemeler değildi; o, Bey Pınarı’nın serinliği, babamın varlığı ve benim ona huzur verebilmiş olmamın getirdiği duygusal harman idi.
Şimdi geriye sadece iki duygu kaldı ve bu ikisi, anımın sonsuzluğunu belirliyor:
Tarifsiz Özlem: Kaybolan babaya, silinen köye ve o kaymaklı huzurun tadına duyulan, zamana yenilmeyen derin bir sızı.
Sarsılmaz Gurur: Ona o anlık, paha biçilmez huzuru sunabilmiş olmanın, onun gözlerinde o minnettar bakışı görmüş olmanın verdiği o manevi tatmin.
O dönem bitti, evet. Ama ben o gün anladım ki, gerçek zenginlik, bir tas pilavın sıcaklığında ve sevdiğin birinin yanında olmanın huzurunda gizliymiş. O lezzet kaybolsa da, onun mirası olan sevgi ve huzur verme kudreti, sonsuza dek benimle kalacak. Çünkü ben, bir babanın en büyük huzurunu tattıran o küçük kız çocuğuyum.
Necla Polat Hasbutcu
#anılardefterimden