Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Şadiye gürbüz(zaralıcan
Şadiye gürbüz(zaralıcan

Rakı Masasında Gölge ve Işık

Yorum

Rakı Masasında Gölge ve Işık

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

287

Okunma

Rakı Masasında Gölge ve Işık

“İnsanların köklerine bağlılıklarını rakı masasında göreceksin,” derlerdi. O gece Cem, kadehini masaya ağır ağır bıraktığında, aslında sadece rakı değil, kendi geçmişini de ortaya koyuyordu. Gözlerinde, çok görmüş, çok tüketmiş birinin yorgun parıltısı vardı. Ama o parıltının ardında hâlâ diri kalan bir arzu kıvılcımı yanıyordu. Kadeh her dudaklarına değdiğinde, Cem’in unutuşu ve arzusu bir arada büyüyordu.
Sevda karşısında oturuyor, içi su dolu rakı kadehinin kenarına parmağını sürüyordu. Sessizdi; ama bu sessizlik edilgen değildi. İçinde derin bir hesap, kadim bir sabır taşıyordu. Masaya oturuşu, sanki yeraltı krallığında ışığı yanında taşıyan bir figürün varlığı gibiydi. Cem’in hoyratça savrulan sözlerini dinliyor, ama onları zihninin eşiğinde durduruyordu. Çünkü biliyordu: bazen susmak, en gürültülü haykırıştan daha keskin bir cevaptır.
Rakı masası bu yüzden bir arenadır. Orada kimin samimi, kimin maskeli olduğunu anlamak için çok fazla söze gerek yoktur. Cem’in doğruluk iddiaları, aslında kendi bencilliğinin zırhıydı. Sevda ise her susuşunda kendine ait görünmez bir alan çiziyor, “doğru”yu başkasına dayatmadan var olmanın gücünü gösteriyordu.

Eylül’ün ılık rüzgarı ile masa daha bir havalı;Sevdanın huzur meraklı bakışları masada ve birde minik rakı şişesi, suyla birleşince Cem’in dudaklarında önce bir uyuşukluk, sonra hafif bir ses kısıklığı yaratıyordu. Masada keyifli olan kişi elbette Cem’di; kendi rakısının her damlasına sahip çıkıyor, Sevda’nın su içişine ve su bardağına arada bir, masaya renk katsın diye tokuşturmasını izliyordu. Her hareket, her bakış masada başka bir ton kazanıyordu.
Oy oy… Bu gece birinin aklı birinde kalacak, her türlü ani harekete izin yoktu. Sanki masada zaman, kendi keyfiyle ağırlaşıyor, her anı uzun uzun tadılıyordu.
Cem, usulca mezeleri hafifçe çatalının ucuna sıkıştırıp Sevda’nın dudaklarına doğru uzattı.
“Ben severim bir kadını, kendi ellerimle beslemeyi,” dedi, sesi masanın sessizliğinde yankılandı.
Sevda, anlık bir gülümsemeyle ağzını açtı. Bu küçük jest, hem geçmişin masumiyetini hem de yetişkinliğin sessiz oyununu taşıyordu.
Mezelerinin ipeksi dokusu, çocukluğun “aç ağzını” öğretilerini hatırlatıyor, aynı anda yetişkinliğin farkındalığıyla birleşiyordu.
Her an, hangi masada ne sunulacağını bilen garsonlardan biri, başka bir masadaki çakmak isteğini karşılamak için Cem’in sigara paketinin yanına uzandı. Çakmak Cem’in eline ulaşmadan önce, garson Cem’in başına eğilip sigarasını yakma telaşına girdi. Sevda’nın gözünde bu önce sıradan bir jest gibiydi.
Ama sonra, bu küçücük sahne büyüdü; gündelik hayatın, insanlık tarihinin en eski masallarıyla nasıl örüldüğünü hatırlattı ona. Bir alevin yanışı, yalnızca bir sigaranın ucunu tutuşturmazdı; Prometheus’un ateşi nasıl çalıp insanın yolunu aydınlattığını fısıldar gibi titriyordu.
Sevda düşündü: Belki de bütün sıradanlıklar, bu yüzden aslında sıradan değildir. Çünkü insan, farkında olsun ya da olmasın, her anını birlik taşır. Bir garsonun eğilişi, bir dostun bakışı, bir rakı kadehinin masada bırakılışı… Hepsi, insanın kendi iç hikâyesine açılan kapılardır. Ve insan, bu kapılardan her geçtiğinde, gündeliğin içine gizlenmiş kendi hakikatine biraz daha yaklaşır...

Malum mevsim payizdi...Hava sıcaklığı gel gizli ve ikisinde sandalyenin üzerine bırakılan yeşil örgü şala sarılmış ve tıpkı onlar gibi tabakta kalan son kuzu şiş parçası ve hafif közde çevrrilen domates ,biber de soğuk havadan nasibini dakikalar sonra alıyordu.
Biz zurnanın ooooo!!
dediği yere gellim ..Halk arasında “erkeğin maaşı, kadının yaşı sorulmaz” dense de, Cem hâlâ geri adım atmıyordu. O, bir kadını delirten o klasik lafı—“tok bir yaşa gelmişsiniz, hâlâ çıtırsınız”—adeta zevkle, doruklara taşımadan bırakmıyordu.
O sırada Sevda, bir şehrin sokak lambalarının altında uzayan gölgeleri izledi; eski bir yolcunun hiç bitmeyen seferini hatırladı. Belki de insanın en uzun yolculuğu, başkalarının masalarından kendi masalına yürümektir.
Dakikalar alıp başını giderken, Cem’in telefonu bir selamsız bando müziğiyle çaldı.
Arayan, aynen “Hatun” olarak kayıt ettiği eşiydi. Eve gelişini soruyordu; her şey, alışılmış bir düzenin içinde, hiçbir tepki beklemeden ilerliyordu.
Sevda, telefonun melodisine bakarken düşündü: Gözden uzak olan gerçekten gönülden de uzak mıdır, yoksa her şey normalmiş gibi akıp mı gider? Belki her iki sorunun cevabı da, “Elbet ikimizin de ne işi var burada?” demek olmalıydı. Ama kimse demedi. Sessizlik, düşüncelerinin arasına sızdı ve cevapsız soruların ağırlığıyla doldu.
Cem, yürek yemiş modundaydı; çıkmaya hiç niyeti yoktu. Dönüp Sevda’ya, sessiz ama kararlı bir tonla teklif etti:
“İstersen, bir bütün geceyi beraber geçirebiliriz.”
Bu teklif, basit bir davet değildi; bir sınavdı, bir cesaret göstergesiydi.
Sevda, kendi arzularını ve özgürlüğünü sahipleniyordu. Masumiyetin, arzunun ve yürekli bir kararın iç içe geçtiği bir andı bu.
Onca saat, hangi dokunuşla dolacaktı, bilinmezdi… Konu, kanatlı bir kuş gibi oradan oraya savruluyordu. Kendi aralarında konuşuyorlar, Nazım Hikmet’in dizeleri gibi durgun ama yoğun, Ahmet Arif’in sesindeki hüzün gibi derin bir tonda sürüyordu sohbet. Büyüklükleri bile ortamın gerginliğini dağıtamıyor, kelimeler havada asılı kalıyordu; her cümle, dokunulmamış bir gerilimin yansıması gibiydi.


"Hak, hukuk, adalet "sloganları eşliğinde, arada bir hafif bir keyifsizlik karışıyordu havaya. Ama tarafların birbirini kaybetme korkusu yoktu artık. Bu, ilişkilerdeki en çıplak özgürlük işaretiydi: Bağın gevşemesi, zincirlerin kırılması, geçmişin yüklerinin yavaşça uzaklaşması. Her an, boşalan alan kadar yeni bir nefes ve olasılık taşıyordu.
Yine de ip, Sevda’nın ellerindeydi.
Masadan kalkarken yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Bu gece kaybetmiş gibi görünse de aslında kazanmıştı. Kazandığı, ne Cem’in onayı, ne ısmarladığı yemeği idi;. Kazandığı, kendi sınırlarını görmek, kendi köklerinde sağlam durmak ve sessiz bir yürekle özgürlüğünü savunmaktı.
Ve o an, fark etti ki; yürekli olmak, bazen gerginlikten kaçmak değil, gerginliği bile kendi dengesiyle karşılayabilmektir. Masada, kelimeler asılı kalmış, ama o hâlâ dimdik ve özgürdü.



İki farklı insanın birlikte geçirdiği birkaç saat, geleceğe dair iyi bir dostluğun tohumlarını bırakıyordu. Sözleri samimi, tavırları davetkârdı.
Cem, görünmez bir ritimle, ışıklı bir ateş topu gibi yükseldi; Prometheus’un çaldığı ateşi andıran bir parıltıyla, gecenin karanlığına karıştı. Şehir nefesini tuttu; onun kayboluşu, insanlığın eski masallarında yankılanan sessiz ama sarsıcı bir iz bıraktı. Ve geriye yalnızca, hafif bir uğultu ve yıldızsız bir sokak kaldı; sanki gece, bir kahramanı uğurlamıştı.
Sevda, yeni yapılan üst geçitten metro ışıklarının ritmiyle adımlarını ayarladı. Her yanıp sönen ışık, ona sessizce konuşuyor gibiydi; cesaretini hatırlatıyor, kendi sınırlarını tekrar gösteriyordu.
Adımlarının ritmi, ışıklarla senkronize olmuş, geceyi kendi iç yolculuğuna dönüştürüyordu.
O an fark etti ki, yürekli olmak yalnızca korkusuzluk değil; kendi köklerinde sağlam durmak ve başkasının alanını daraltmadan kendi özgürlüğünü savunmaktı. Metro ışıkları, onun sessiz rehberi, kendi içsel ritminin yankısı olmuştu.
Bir ara, metro camında kendi yansımasına bakarken gözlerinde beliren ışık, ona sessizce fısıldadı:

“Gerçek özgürlük, başkasının seçtiği yere değil, kendi sevdiğin yere ait olmaktır.”
İnsan, en çok kendine karşı dürüst olduğunda, gizlediği hakikate yaklaşır. Tanrılar ve kahramanlar da kendi yollarını bulmak için gölgelerden ve sınavlardan geçmiştir. Sevda, o eski öykülerin bir yankısı gibi, kendi içindeki cesaretiyle dimdik durmalı...
Sadece bu gece Rakı masasına keyifle oturan kadınlardan bir seferliğine Rol çalıp Cem’i mutlu etseydi, acaba her şey değişir miydi?
Belki de o an, masadaki sessizlik ritimle birleşir, meyve tabağının renkleri daha parlak görünür, kadehlerdeki rakı hafifçe dans ederdi.
Ve o an, Sevda fark etti: küçük anların olasılığı, bir masadaki kadeh, bir meyve dilimi ya da bir şarkı kadar büyüleyici olabilir; ama gerçek kazanım, kendi ritminde dimdik durabilmekte, kendi yüreğini ve sınırlarını koruyabilmekte saklıydı.



26-09-2025
ist

zaralıcan

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Rakı masasında gölge ve ışık Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Rakı masasında gölge ve ışık yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Rakı Masasında Gölge ve Işık yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL