2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
392
Okunma
Çağın sürüklediği enkazın içinde, harabelerle çevrili bu alemde alemin neresindeyiz?
Bir vakitler insanı yücelten saygı, bugün sosyal atık muamelesi görürken; gelip geçici ilgi, tahtın üzerine taşındı. Oysa kalıcı olan hep belliydi, fani olan da… Fakat elimizi nereye uzatsak, dağılan bir zamana dokunuyoruz. Öyle ki artık bir kedinin hoyrat tavrına bile tahammülümüz kalmadı.
Soru şu: Biz mi bu çağın yabancısıyız, yoksa çağ mı bizi eze eze geride bıraktı?
Sesler birbirini boğuyor; fikirler değil, sadece gürültüler çarpışıyor. Büyük harflerle kurulan cümleler, hakikati değil kibri büyütüyor. Dinlemek lüks, anlamak ise unutulmuş bir erdem. Geriye yalnızca hazır cevapların hükmü kalıyor. Ve böyle günlerde kulaklarım sanki uzuyor; duymak için değil, taşımak zorunda kaldığım sesleri sığdırmak için.
Ama asıl trajedi gürültünün içinde yalnızca ses kaybolmuyor, insan da kayboluyor. Düşünce, yerini slogana; empati, yerini tepkiye; değer, yerini gösterişe bırakıyor. İnsan ilişkileri hızla tüketilen birer ürün gibi yaşanıyor. O yüzden kimse kalıcı bir bağ kuramıyor, sadece geçici temaslarla avunuyor.
Ve biz hâlâ kendimize soruyoruz: Bu çürümenin seyircisi mi olacağız, yoksa yeniden inşa edecek cesareti bulabilecek miyiz? Belki de çağın dayattığı bu enkazın içinden çıkış, en basit görünen o eski kelimede saklıdır: Saygı.
5.0
100% (1)