0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
141
Okunma
Sınırlar çizilmiş; hem içimize hem de dışımıza. Bir ilden diğerine giderken, sınır noktasındayız yazıyor şehir lehvalarında. Uzun yıllardan beri yer değiştiriyorum. Her sabah güne sıfırdan başlamak niyetiyle. Merkezdeyim, kendi merkezimdeyim. Tüm doğruların kesiştiği yer burasıdır diyorum. Başlangıçtan sonsuzluğa giden yolculukta.
Telefon konuşmam bitti. Bilimin ortasındayım: Felsefenin, kimyanın, fiziğin, biyolojinin kulvarlarında adımlıyorum balkondan gelip geçen arabalara dikkatsizce bakarken. Felsefenin evrenindeyim, sürekli düşünüyorum. Başka hiçbir şey yapmıyorum, bekliyorum. Belki de bir şey yapmayı başaramadığımdan olsa gerek bu halim. Sağa sola dönmüyorum, hareket etmiyorum. Donmuş gibi oturuyorum, boşalmış çay bardağıma çay almaya bile gitmiyorum. Sabahın telaşı sürüyor bütün hızıyla … Herkes işe gidiyor ve ekmek peşinde. Bense tatildeyim. Belki yıllar oldu, belki de asırlar Ne kadar olduğu konusunu kafamda hesaplamadım. Sadece sabitlenip bekliyorum, çakılıp kaldım olduğum yerde, kaya gibi. Asla kıpırdamadım her zaman zevkle hareket ettiğim halde. Sonra öyle bir an geldi ki durmanın sırrını sınırsız beklentiler eşliğinde silmeyi düşünmeye başladım. Aynı yerde olmanın yer değiştirmekten daha değerli olduğunu anlamaya başladım. Dimdik ayakta dursam da yürümeyi beceremedim. Kanatlarım kalkıp havalanmak istesede ben olduğum yer de kalmayı tercih ettim. Artık havasına suyuna alışık olduğum yerdeyim, maceraya gerek yok.Yerim yurdum da belli oluyor böylelikle arayan beni bulmakta zorlanmasın, eli boş dönmesin uzak diyarlardan gelenlerin diye. Diyaloğum çok olduğu için gelenim ve gidenim de çok oluyor. Kimi ziyaret eder, kimi geçerken uğrar, kimi bir günlüğüne geldiği halde aylarca kalmayı tercih eder, kimi temelli gelir ama bir yurt kurmayı beceremez. Bense her gelene erenler niyetine kucak açarım menzillerine varsınlar diye. Onları elimden geldiğince ve en iyi şekilde ağırlarım, hiç kimseyi özümden ayrı tutmam.
Kalanların çoğunluğu kendilerine bir yurt buldukları için mutlu olurlar. Kalmak ve kalmaya karar vermek, gitmenin getireceği zorlukları hesaplayarak, kendini geliştirerek yerinde durmayı başarabilmek bunun en kıymetli yanıdır. Yapabilmeyi deneyenlere selam olsun yürekten. Kimi insan olduğ yerden istese de kalamaz. Ruhu ve bedeni buna engel olur, izin vermez. Gözü benim gibi hep yollardadır. Bir yerden başka bir yere gitmektir bütün amacı. Gittiği yerde durur mu? Elbette durmaz. Bir uğrar, ayak basar ve geldiği gibi tekrardan kayıplara karışır. Hiç bir yerde durmadığı için durmanın ne olduğunu kavrayamaz. Yolun çekiciliğıne, dağların güzelliğine, nehirlerin keyifli akışlarına, gökteki bulutlara, tarlalarda çalışanlara, traktörlere ve yoldan geçen araçlara bakarak kendine eğlence arar ama yollar görüldüğü gibi değildir ve her türlü tuzaklar, sinsi insanlar dolu köşe başları ve bazende çakır dikenleri yolların tabanında ayağına batmayı dört gözle beklerler. Hırsızlar yolları kaplamışlardır, senin elinde ve avucunda olan her şeyi, ama her şeyi almak için. Birikimine ve değerlerine konmak için. Mesele geceleri karanlıktır, yolun ötesi görülmez, kayıpolunur. Beş parasız kalınır. Gün ağardığında gözler kamaşır ve şaşılaşır, bakar kör olur insan. Hayatın seni çektiği ve tatlı sandığın tuzakların kapanına tutulursun farkına varmadan. Yol bu, çeşit çeşit zorluklarla doludur. Yolun derdini çekmeyen bilmez onun kıymetini. Atatların da söylediği gibi: el yorganı görmüş sırt, sılayı bilmez. Yolun ve yolculuğun güzelliğine aldanmak bu olsa gerek. Başı döner insanın. Kendini akılla ifade edemez, seyhat romantizminin büyüsüne kapılarak akıllı ve mantıklı düşünmeyi beceremez. Akli melekleri dumura uğramıştır çünkü. Hep bir yere gitmek ister, kendini dizginleyemez. Bu yüzden bırakıyorum kendimden gidenleri, arzularına söz geçiremeyenleri, en adil bir şekilde uğurlarım.
Bu yüzden severim baharı. İçimde de çiçeklerin atığı mevsim diyorum bahar’a ben. Yüzüm gül bahçesi gibi oluyor rengarenk bu mevsimde. Bambaşka hallerim ve hayallerim ortaya çıkıyor. Bazen parçalı bulutlu, bazen de günlük güneşlik. Kuşlar ötüyor dallarımda, kimi yerimde filiz veriyor sürgünler, kimi yerimde dallar meyveye duruyor, kimi yerimde arılar çiçeklere ve kelebekler göklere uçuyor keyifince … Göçmen kuşların gelişi ise betimlenmesi güç sevinçler saçıyor içime. Uzun yolları, dağları, tepeleri, binlerce kilometreyi geride bırakıp bana gelmiş gibi büyük bir sevincin çığlıyla savruluyorum martılar gibi göklerde. Tropikal iklimleri terk edip kuru sıcaklığıma geliyorlar. Yalnızlıktan kurtulup kalabalıklaşmaya, tekillikten çoğullga atlamak için bir süreliğine de olsa kollektif bir güç olmaya geliyorlar. İçgüdülerini dinleyerek ve varoluş amaçlarını yerine getirmek için, kendileri için değil, gelecek nesilleri için geliyorlar. Gelirler ve görevlerini birebir yerine getirirler ve bu ön sezgi onların devamlığını garanti altına alır. Ötüşür dururlar yamaçlarda, sevinç çığlıkları eşliğinde beraberliklerini taçlandırırlar. Yerler içerler, kuluçkaya yatarlar. İspinoz kuşundan, karakargaya, kartaldan doğana, sarıasma’dan bıldırcın’a, kızılbacaklıdan flamingoya kadar binlerce çeşit kuş yuva yapar. Kaç aileye ev olurum, yurt olurum; bunu ben de bilmiyorum. Eşe dosta verilecek adres, seveni sevdiğine kavuşturmak için binlerce asıra yol olurum.
Yazlar, baharın takipçisi olan geniş gönüllü mevsimdir benim yüreğimde. Yabani meyvelerin olgunlaştığı, sıcaklıkların bazen haddini aştığı, denizlerin tadının çıkarıldığı, cırcır böceklerinin sabahlara kadar aralıksız ve sıkıcı cazgırlıkları ve sürüngenlerin yavrularının hayata tutunuşları …Alev alev gündüzler, ay ışığında kamerya keyiferi, rakılı ve rakısız akşamlar, ılık yaz akşamları, sabah serinliği, berrak ve pırıl pırıl mavi gökyüzü, gökyüyle sevişen yıldızlar. Yeni misafirler, yeni taşınan komşular, öğle sonraları bahçe serüvenleri, … bostan sulamalar, eski arkadaşlıklar, tanışma yıl dönümleri, akraba buluşmaları, üniversite kampları, gezginci genç grupların izci seyhatleri, türistlerin seyhat gezileri ve saymakla bitmeyen, uzayıp giden konukların çeşitliliği, … Sofralar, arifane sofralar, çeşit çeşit yiyceklerle süslenmiş sabah kahvaltıları, uzayıp giden akşam yemekleri ve kırmızı şarabın kızıl tadı, yıkanmayı bekleyen dağ gibi dizilmiş bulaşıklar, kırılmasın diye binbir özenle yıkanmayı bekleyen mey bardakları, dedikodular, müziğin naif sarhoşluğu ve her anlatışta yeniden canlanan mazinin derin hatıraları, … Kimi yattığı koltuktan kalkmak için kılını kıpırdatmadan gökyüzünü seyrederken, kimisi de bu birikmiş tüm işleri yapmak için emek güçünü hizmete sunan fedakarlıkların ev sahipliği yaptığı gönüller. Bunlar kimseye hesap sormayan fedakarlarıdır ömrümüze eşlik eden, herkesi olduğu gibi kabul eden ve hiç bir kimseyi yargılamayı ve uyarmayı düşünmeyen fedakarlı gönüller. Yazın, yaz aylarının sıcağını serinleten bu yüreklerdir aslında gerçek olan. Ve gelecek mevsimin yalnızlığını kucaklayan canlar.
Sonbahar, Rilke’nin dizelerinde ki kadar sahici, romantimin edebiyattaki tüm renklerini ağaç dallarında, tarlalarda, ormanlarda, çayırlarda, meralarda, platolarda toplayan sarı bir sızımdır benim H. Hüseyin olarak ruhumda taşıdığım. Kafka kadar üzgünüm ve içime işletilmiş tüm acıların temelini ben bu ayda bulurum. Elim yüzüm, yazdan kalan sıcaklığım solmaya yüz tutmuştur, kırış kırış olmuştur. Kırılan dallarım kurumuş, yapraklarım dökülmek için bedenimde ki sızılarla beraber düşmek için, hafif bir rüzgarı beklerken, dibime dökülen meyvelerim çürümüştür artık. Aylarca süren baharın ve yazın debdebeli eğlenceli günlerinde üzerime bırakılmış çöpleri ve artıklarıyla kaplanmıştır her yerim, sağım solum pislikle dolmuştur. Bir kaç gün geciken şehir temizlik ekipleri beni çürümeye terk etmişlerdir. Çaresizlikten içime doğru eğilip bükülürken, küçülürüm üzerimdekilerle birlikte ama yüreğimde, aklımda alıp kabul etmez bu durumu. Yadırgar. Betimlemesini tam yapamadığım, yapmakta zorlandığım tuhaf hislere kapılırım. Ne kadar dert, tasa, elem, keder, gam, sızı, burukluk, incinmişlik, … vs. varsa ruhumun ve bedenimin her noktasında ayrı ayrı buruk acılarla sızlamaya başlar. Gidenler sanki, hastalıklarını bırakıpda gitmiş gibi önyargılı, hüsnü kuruntularımda yer bulur bana dokunurken. Ne yapacağımı kara kara düşünürken kara bulutlar toplanır başımda, Kapıldığım hüzünlü anlarda. Tepemde pervane gibi döner bu bulutlar, avuç açtığım hisini ruhlarıyla bütünleştirdikleri zaman. Durumuma acıyarak gözyaşı dökerler, onlar ağladıça ben temizlenirim, ruhum temizlenir, gizli hücrelerimde ki acılar bile duru suyun tazeliğiyle toprağa dökülürler … Sonra ardından uzun süren bir bulut karmaşası, kaosa dönüşerek gök gürüler, şimşekler çakar. Tek kelimeyle; korkarım. Benim bu halime kendim bile şaşırırım, dağ gibisin diyenlerin gözlerine bakarak yutkunurum. Ve sevdiğim acıları da yanıma alarak aralık ayına kapaklanırım.
Kış, benim için ıssızlığın, sessizliğin, yalnızlığın, soğukluluğun ve soğukların, yaprakları dökülmüş ormanların çıplaklığını korkarak taddığım mevsim döngüsüdür uzun akşamlarıyla … Havam soğur; işlerim karışır, hareket etmem ve nefes almam her açıdan zorlaşır. Yaşam şartları git gide çetinleşir, garajda bekleyen kış lastiklerine dönerim, takıldığım tekerlekte kışa direnmeyi özler gibi. Güllük gülüstanlık yüzüm çirkinleşir, kendime bile çirkin gözükürüm. Bu yüzden sevmem çocukluğumdan beri lanet aynaları. Bazılarına zor gelir bu değişim. Yerlerinde durmaz olurlar, prangaları kırarak kıpır kıpır kıpraşırlar. Neyi var neyi yoksa pılısını pırtısını toplayarak koşar adım uzaklaşırlar etrafımdan. Bazıları dener uyum sağlamanın mütevaziliğine aşina olan biri gibi. Her ne olursa olsun direnmeyi seçerler, İçlerinde ki o zerre kadar umuda ve güce bile ellerinden gelen tüm gayetleri göstererek sımsıkı sarılırlar. Pes etmezler, çünkü öyle eğitilip büyütülmüşlerdir. Ebeviyenlerinde öyle görmüşlerdir, onları kendime benzetirim. Bazıları uzun bir uykuya dalarlar, bu çekilmez buz gibi havalarla başetmenin tek ve en kolay yolu uykudur şiarını kendilerine ilke olarak benimsedikleri için. Mücadele etmek yerine derin bir uykuya dalmak, kurt olmayanarın yani sürüngenlerin ve ayıların özelliğidir. Bense her mevsimde olduğu gibi; kış gelince de kimsenin ne yaptığıyla iliglenmem. Kimse umurumda olmaz demek, belki biraz üsten bakış açısına girsede kimseyle muhattap olmamayı terci ederim. Soğuğu ve ayazı yedikçe kabuk değiştirerek sertleşirim. Değişim geçiririm, evrime uğrarım. Önce huysuz bir ihtiyar, sonra ihtiyarlığıyla mesut mutlu bir bahtiyar olurum. Sonra tırnakları sertleşmiş yerleri kazıyarak kendine bir in yapmak iradesiyle sivri tırnaklı, dişleri köslenmiş vahşi bir canavara dönüşürüm. Elim ve yüzüm gerginleşir, sesim bas bir gitar gibi gırtlağımı yırtarak kalınlaşır. Ve durmadan değişirim olduğum yerde kaldığım halde. Bunun mücadlesini ağır bedellerle ödeyerek hesabı kapatırım sonunda sobanın yanında kitap okuyarak ve bazende pencereden seyrettiğim dar dünyayı gözlemlerken.
Sonra yine bahar gelir geçer, yaz gelir, sıra sıra sıralanır mevsimler. Sonbahar yeniden yerini kışa bırakarak her şeyi yeniden yaşatır mevsimler. Hep aynı şeyleri yaşamak; besleyerek büyütmek, kol kanat germek, akıl vermek, destek olmak, hoş tutmak, sevmek, sevilmek, ağlamak, gülmek, sevinmek, üzülmek, özlemek, durup dinlenmek. Sonunda bir tek kazanım olur diye düşünmek, geleceğin mutlu günlerine sarsılmaz bir inançla bağlanmak, dupduru, dertemiz bir duruşla buluşmak. Katıksız, saf bir durma ve duruş sergileme hali. Hareketsiz ve ssessizce zamana direnerek durmak, hiç kıpırdamadan, öylece durmak. Yer yerinden oynasada, kızılca kıyametler kopsa da durmak, durmaktan asla vazgeçmemek ve ne olursa olsun pes etmemek.
Hemen hemen her mevsim aynı şeyler yaşansa da, baştan sona aynı sahneler oynansa da yerini terk etmemek için kararlılık elbisesini giymek gerek. Elbette sadece kararlı olmak yetmez. Bunun için sabır ve sebaate de gerek vardır. Sabır, kendi sınırlarını zorlamak diyorum ben, sözlük tanımının dışına çıkarak; zorluklar, gecikmeler, acılar ve tahriklere, dış baskılara dirençle sebaatle cesaretini kaybetmeden sakin ve dayanaklı kalarak direnme gücü olduğuna göre; çelikten iradenin yaratılması da sabırın çizdiği çerçevenin içinde gizlidir. Toprağın iradesi çeliktendir. Bu yüzden sabredemeyenler, sabırsızlar aldıkları kararları da uygulayamazlar. Onca güneşin, bulutun, rüzgarın ve yağmurun eritip yok edemediği kaskatı bir toprak, koskoca bir kütleden oluşan kayayım ben. Dosta yumuşak yatak, düşmana tayfunlar, tsunamilerle direnen bir kıtayım. Asırlardır yerimde duruyorum yıllardan beri milimetre milimetre yerimden oynayarak. Asırlardır direncin sembolü olmuş ve vücut bulmuş gerçek haliyim ben insanın. Kime sorsanız parmakla göstermezlar ama üzerimde tepinirler acımadan onlara vereceğim sevgi ve cezadan bihaber olarak. Yerimi ezbere bilirler ama bilmezden gelirler. Şimdilik keyiflerince beni ezmeye devam ediyorlar. Hatta çoğunlukla kendi yerlerini bana bırakarak öğrenirler. Yerini, yurdunu, yolunu yordamını kaybedenlerin kılavuzu olmaya devam ederim. Hoyratca kullandıkları bedenimi incittiklerinin incinmişliğiyle onları seyrederim. Üzerime yığılan binlerce ton beton yığınlarının, tahrip edilen ormanların, doğal kaynakların, derelerin, su kaynaklarının, kurutulmuş göllerin, çöllerin acısını ben taşırım içimde insan denen vahşi yaratığın bozmaya çalıştığı düzenimi yeniden yerine getrmek ve inşaa etmek için gece gündüz demeden ve durmadan çalışırım. Birazda bu yüzden yerimden oynamayı tercih etmiyorum bazen onları zelzelerimle korkutsam da. Bu benim onlara tedbir alsınlar diye yaptığım uyarılarımın sadece incir çekirdeğini bile doldurmayacak kısımıdır aslında. Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ben yerimde durmasam yollarını kaybederler, yönlerini şaşırırlar. En azından onlar kendi yerlerini öğrenene kadar onları uyarmaya devam etmek niyetindeyim tüm samimiyetimle.
Bu arada zaman geçmeye ve akmaya devam ediyor. Asırlar açılıyor ve kapanıyor ben yerimde dururken, tanrıları öldürüyorum, tanrılar yaratıyorum insan denen cahil yığınlarını taştan duvarlar etrafında, kutsal denen uydurma kutsallıklar etrafında salak salak döndürmeye, duvarları taşlamaya, bir iblisin bağırışıyla eğrilip doğrulan hamları sömürenlerine boyun eğişlerini bıyık altından seyrederek, gülerek, acıyarak, kızarak, överek, aşağılayarak ya da hiçe sayarak. Seyrediyorum bu olanları, en çok bağıranların kıtalarına ve ülkelerine altı ayda bir kaç günlük yağmurla gönüllerini almayı bile denemiyorum. Ben onları seyrederken onlarda durmuyorlar yerinde, yeni cahillikler sergiliyorlar kendi aralarında. Düşünüyorum; beni durmam için mi yarattıı evren? Diye! Yok, bu böyle devam edemez. Bir şey yapmalıyım. Bu güne kadar yapmadığım bir şeyi düşünerek uygulmaya başlamalıyım. Bu asla benden beklemedikleri bir şey olmalı. Üzerimde yaşayan herkesi hayal kırıklığına ve şaşkınlığa uğratmalıym. Biliyoum yine de en ufak bir hareketimle binaları boşaltışlarını, paniğe kapılarak birbirlerini acımadan tepeleyişlerini, yerini sağlamlaştırmak için hemcinsinin ayaklarına çelme takışlarını, ağaçlandırma yerine salak salak yağmur duasına çıkışlarını gözlemliyorum. Mesela bir gün biraz hareketlensem ve 5,5 gücünde bir sallansam hepsi çaldıkları çimento ve demirin hesabını vermeden karşılıklı suçlamalarla aç kurtlar gibi birbirini yiyecekleri anı bekliyorum. Hesap sormayı bilmediklerinin bilinciyle onlara acıyarak bakışımı. Üzerimde ki ağaçların kökleri çatırdasa, içim acısa da tüm gücümü toplayıp yeniden onları silkelemenin nelere mal olacağını hesaplanmayacak kadar büyük boyutlarda olacağını sadece ben biliyorum. Onların ancak binde onu bu gerçeği görecek kadar akıllı, bilgili, öngörülü ve sağduyuludur. Diğerleri içi boş birer cevizden başka bir şey değildir. Yinede acele etmeyeyim diye düşünüyorum, ince ince söküyorum damarlarımı, günlerce haftalarca uğraşıyorum. Kalan son bağımı da kendi rüzgarımla, fırtınamla, tayfunumla, karayelimle, poyrazımla, günlerce ve haftalarca soluk aldırmadan sökerek uyarıyorum, kendine akıllıyım diyen bu aciz yığınları. Kalan son bağımıda kopararak onun akışına bırakıyorum kendimi ben onunla özdeşleşmiş sıradan bir birey olarak. İçimi ve dışımı toparlarken havalanıyorum. Gökyüzü bile sallanıyor benimle …
Elimden geldiğince uyarmaya devam ediyorum bu kendine akıllıyım diyen kültürel acizlikleriyle onları başbaşa bırakırken. Onlarla oyunum henüz bitmedi.
Doğaya saygı hürmetiyle kaleme aldığım yüreğimin yazısı.
Remagen da suyu iyice azalmış Ren Nehirini seyrederken kuruyan ormanlara olan sevgimi ve saygımı gösteren küçük bir uyarı yazısı.
Doğaya bir plastik çöpü bile bırakmamak için uğraşanlardanım ve bunun bilinciyle yaşamanın mutluluğu var içimde.
13.09.2025
Sosyolog H. Hüseyin Arslan - Wuppertal - 24.09.2025