0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
269
Okunma
“Ölüyorum abi, imdat!”
Öyle bir ses geldi kulağıma. Sanki. Sağa sola bakındım, biraz şaşkın. Bakındım ormanın oraya, ekilmemiş tarlanın uzak ucuna. Bakındım ama görünürde kimseler yok.
Rüyadan geldi ise bu ses kulağıma, olabilir. Ama gün, günlük güneşlik. Ben de uykuda değil, uyanık…
“Ölüyorum abi, imdat!”
Kekik toplamaya gelmişim, küçük kaynakların oraya. Çok geldiğim bir yerdi orası, ta ki çocukluğumdan bu yana. Elimde çakı, sırtımda bez torba…
Kekik katık olur yemeklere. Kokusu aroması güzel, kaynatırsan çay olur. Hoş bir şey. Faydası çok çokmuş. Öyle bilinir.
Kekik olur, bu bir. Kızılcık, kır elması, ahlat, muşmula; bunlar iki üç dört… Kızılcıktan şerbet olur. Ve de reçel. Kır elmasını kaklarsın, olur elma kurusu. İçine biraz şeker katıp kaynatırsan hoşaf. Hoşaf katık olur kuru fasulyenin yanına. Bir de Ramazan ise aylardan, oruç tutuyorsan Allah için; yarın gün boyu acıkmak susamak yok ise iftar vaktine kadar… Ne güzel.
Ahlatın turşusu olur. Tuzlu ve ekşimsi. Tas tas dikip iç. Şarabı bile olur şerefe demek isteyene. Ama kızılcıklar dallarında kurumuş. Kırış buruş etsiz butsuz. Susuz. Tatsız. Fındıkların içi boş. Elmalara Allah rahmet eylesin. Kekik de yok. Varsa bile görünmüyorlar. Ak tozun altında kalmış olmalılar. Ahlat ağacı nerede acaba? Ya muşmula… Teki bile yok. Varlar ise bile üstleri boş.
Neden?
Çünkü bu sene çok kuraklık olmuş. Yaz boyu yağmur yok tek damla. Tüm canlı kuruyup sarı tütün olmuş. Suçlu kim? Çok içip dengesini kaybetmiş sarhoş doğa mı? Bir türlü aklığından kurtulup kararamayan tembel bulutlar mı? Bir de "Küresel ısınma" isimli yediden yetmişe herkesin bildiğini sandığı o gerçeklik var tabii. Delinmiş, ya da inceltilmiş atmosferik bir tabaka. Adı Ozonmuş. Ozan değil Ozon, yanlış anlaşılmasın...
“Ben ölüyorum abi, imdat!”
Bir beyazlık vardı ak beyaz. Yer gök her yerde. Ak beyaz kar olur ama olursa bile kışları olur. Ve yorgan olur. Örtü olur sıcacık. Dondan buzdan korur tüm canı olanları. Ota ağaca ekine mesela. Ve de birçok hayvana…
Ama öyle değildi bu beyazlık. Ak bir toz. Öğütülüp mıcır edilmiş taşın tozu, hem de ak beyazı kar gibi. Her yeri toz kaplamış…
Bitkiler kök salar toprağın derinine. Oradan su alır. Türlü mineral, onlarla beslenip hayatta kalır. Yaşar yani. Yapraklarıyla solur. Karbondioksitle beslenirken oksijen gönderir lazımı olan biz gibi ötekilere.
Çiçekler üzerinde ak toz var ise arılar ondan nasıl nektar, balözü alacak? Ki onlar soluk alıp veremezlerken. Ki ağaçlar, yapraklarına ak toz yapışmışken şunu bunu onu (fotosentez) nasıl yapacaklar; öncelikle kendilerince hayatta kalabilmek için. Bencil bir metafor olsa bile bu. Önce can sonra canan… Mı?
Çiçekler solunca arılar aç kalıp ölmüş. Ya da göçüp gitmiş. Arı yoksa arı kuşu neden gelsin buraya. Fare, yılan, köstebek gibiler üreyip türeyemeyince aç kalan kartal terki diyar etmiş. Ceylan yok, koyun kuzu yokken kurt dahi çekip gitmiş gidebileceği yere. Patlatılan dinamitler zelzele yaratırken bir yol bulup akıp giden yer altı dereleri şaşırıp yön değiştirmiş. Hem susuz hem soluksuz kalmış bahçelerdeki domates, biber, patlıcan gibi şeyler mortingen. Ve denge bozulmuş böylece.
Gidinin taşocakları!
Onlar garabet. Onlar vicdansız, acımasız. Onlar cani. Onlar katil. Baktım ki, yer kir gök kir. Hem de kara değil ak kir.
Onlar kimin?
Uçurtma değil ak toz uçuran o taş ocakları?
Onlar kimin?
Berber Ali, balıkçı Yunus, bakkal Veli, öğretmen Mustafa. Hemşire Necla… Emekçi Seyfi Efendi. Onlardan birinin mi? Veya tapusu köylü Hasan Aga’da mı? Yerin altı tümden devletinmiş. Satmasa bile kiraya verebilirmiş. Mesela 99 senecikliğine… Al tepe tepe kullan. Çok para kazan, ceplerin dolup taşsın ama sen vergi bile verme. Neden? Çünkü sen burada Lira, ötede Dolar ve Avrosun. Hem de istihdam sağlıyorsun. Ne çok kişi iş buluyor sende, hem de asgari ücrete. Vergiyi onlar versin yeter, sen bak keyfine…
Büyük balığı küçük balık yutar olmuş ise... Ve dahi kurdu kuzu kapar olmuş ise… Denge ne biçim değişmiş, tam 180 derece. Ne güzel ama bu koca bir metafor. Mecaz olsun isterse. Düş desek değil, rüya ise at onu az öteye, çünkü onun tarifi bile bilimsel değil. Mecaz mı dedik? Mesela tırnak içinde. İroni mi? Lan deli, o da ne? Sen Aziz Nesin misin?
“Abi ölüyorum ben, imdat!” Evet bu ses; otların, ağaçların, onlara can veren çaresiz bırakılmış can çekişen doğanın sesiydi. Sanki. Herkeste iki kulak vardır ama onu herkes duyamaz. Ben duyduysam eğer, vardır bir hikmeti…
Baktım, saat dokuz olmuş. Gündüzün değil akşamın dokuzu. Kimine göre erken, bana göre geçtir bu vakit. Geç değilse bile karar. Yani bana göre. Ben şimdi gidip yatayım makul izninizle. Sabaha görüşürüz şafak vakti. O vakit çok güzeldir aslında, it itler (onlar ki Hittiler değildir) gazı, biberi, sis fişeği ve de kelepçeleri ile memleketi ne kadar kirletmiş ya da kirletmeye çalışmış olsalar bile… Onlar gidecek. Çimene çiçeğe, ağaca yaprağa, taşa toprağa, börtü böcek biz dahil her şeye ve herkese hesap verecek.
Tam tersine “Öte” yalan burasıdır "Gerçek" olan. Yani bana göre. Bekleyip görün ömrünüz yeter ise… Şahsen ben, onu ve o gibi itleri boynunda yağlı ilmek darağacında, öyle görmek isterim, Dam da olabilir mesela, ömür boyu. hapis, o da kabulüm. Tabii ki, her şeye rağmen (orada dur biraz azıcık) diyen veya demeyen herkesin insancıl yüreğinin yüceliğine sığınarak…
Eylül /2025 Koruköy/Kırklareli