0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
127
Okunma
Abdurrahman bin Avf: Cömertliğin ve Fedakârlığın Sembolü
Yazar: Murat Kerem
Mekke’nin dar sokaklarını düşünün: kalabalık çarşılar, tüccarların telaşı, altın ve gümüşün el değiştirdiği hararetli pazarlar… İşte o ortamda genç bir tüccar vardı: Abdurrahman bin Avf. Daha iman nuru kalbine düşmeden bile, insanlar onun vakarına bakar, güven duygusu hissederdi. O, Mekke’nin “emin” yüzlerinden biriydi.
Ama kaderin onun için hazırladığı yol, ticaretle sınırlı değildi. O yol, cömertliğin ve fedakârlığın zirvesi olacak bir sahabinin yoluydu.
İlk Yıllar ve İslâm’a Açılan Kapı
Kureyş’in köklü Beni Zühre kabilesinden geliyordu. Cahiliye devrinde adı “Abd-i Amr” idi. Fakat İslâm’ın nuru Mekke semalarını aydınlattığında Resûlullah (s.a.v.) ona yakışan bir isim verdi: “Abdurrahman.”
İlk Müslümanlardan oldu. Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in davetiyle iman etti. Boykotlara, işkencelere, hakaretlere maruz kaldı. Fakat kalbine düşen iman ateşi hiç sönmedi.
Hicret ve Kardeşlik Bağı
Mekke’de zulüm dayanılmaz hale gelince önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etti. Medine’de Muhacirlerle Ensar arasında kardeşlik bağı kurulunca, onun kardeşi cömertliğiyle meşhur Sa’d bin Rebi oldu.
Sa’d içtenlikle şöyle dedi:
“Kardeşim, mallarımın yarısı senindir. İstersen hanımlarımdan birini boşayayım, onunla evlen.”
Ama Abdurrahman’ın cevabı bir hayat felsefesine dönüştü:
“Bana çarşının yolunu gösteriniz.”
Çarşının yolunu buldu, çalıştı, helal kazandı. Kısa sürede zenginleşti. Ama malı hiçbir zaman kalbine inmedi; sadece elinde taşıdığı bir emanet olarak kaldı.
Yiğitlik ve Sadakat
Bedir’den Tebük’e kadar bütün savaşlarda Resûlullah’ın yanında yer aldı. Uhud’da ise Peygamber’in yanından ayrılmadı. O gün çok sayıda yara aldı, ayağında kalıcı bir hasar oluştu. Ama geri çekilmedi, sadakatinden taviz vermedi [1].
Bir sefer öncesi Resûlullah (s.a.v.) ona siyah bir sarık bağladı. O an, cesaretinin ve yiğitliğinin sembolü oldu.
Servet, Ama Kalpte Değil
Abdurrahman bin Avf’ın en bilinen yönü cömertliğiydi. Malı çoğaldıkça eli daha da açıldı.
Bir gün Medine’de yedi yüz develik bir kervanı şehre girdiğinde halk hayretle sordu:
“Bu kervan kimin?”
“Abdurrahman bin Avf’ın.”
Hz. Âişe’ye (r.a.) ulaşan haberde şöyle söylendiği anlatılır:
“Resûlullah’tan işittim: ‘Abdurrahman bin Avf cennettedir.’ Eğer bu kervanı da infak ederse, cennete yürüyerek girecek.”
Ve o gün, Abdurrahman hiç tereddüt etmeden kervanının tamamını fakirlere dağıttı.
Tebük Seferi’nde de aynı tavrı gösterdi. Elinde ne varsa ortaya koydu. Resûlullah (s.a.v.) tebessüm ederek onun cömertliğini övdü [2].
Cennetle Müjdelenenlerden
O, Aşere-i Mübeşşere’den; yani daha dünyadayken cennetle müjdelenen on sahabiden biridir.
Resûlullah (s.a.v.) buyurdu:
“Abdurrahman bin Avf, cennettedir.” [3][4]
Bir hak dostu onun için şöyle derdi:
“Onun asıl zenginliği malında değil, ihlasındaydı. Servet elindeydi ama gönlünü asla işgal etmedi. Cömertliği süreklilik kazandığı için gerçek bir zengin oldu.”
Son Dem ve Sessiz Veda
Hicrî 32 (M. 652-653) yılında, Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Medine’de vefat etti. Cennetü’l-Bakî’ye defnedildi. Onun ardından fakirler, yetimler, dullar günlerce gözyaşlarıyla andı. Çünkü onların evine giren ekmek, çoğu kez Abdurrahman’ın cömert elinden gelmişti.
Bugüne Düşen Miras
Abdurrahman bin Avf bize tek bir hakikati öğretiyor: Dünya malı kalpte değil, elde olmalı.
O, zenginliğin esiri olmadı. Helalinden kazandı, Allah yolunda harcadı. Bugün ticarete atılan her genç, helal kazancında onu örnek almalı. Zenginlik imtihanıyla karşılaşan her insan, paylaşmayı ondan öğrenmeli.
Çünkü onun adı hâlâ kulağımıza aynı mesajı fısıldıyor:
“Dünya senin peşinden koşsun; sen dünyaya değil, Allah’a kul ol.”
Kaynakça
[1] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 193.
[2] el-Câmiʿu’s-Sahîh (Sahîh-i Buhârî), Kitâbü’z-Zekât, Bâb: 23; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 115.
[3] et-Tirmizî, Sünen, Kitâbü’l-Menâkıb, Hadis: 3747.
[4] İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, Hadis: 134.