0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
159
Okunma

Ortaokulun o sıkıcı ve gürültülü koridorlarında, kendi kabuğuma çekilmiş, suskun bir kızdım. Kelimeler boğazıma dizilir, kendimi ifade etmekten korkardım. Ta ki köyümüze yeni bir öğrenci gelene kadar. Adı Döne’ydi ve onu ilk gördüğüm anı asla unutamam. Köy çeşmesinin başında, uzun saçları ve buğday teniyle adeta parlıyordu. O, hayatımın sessiz sayfalarına beklenmedik bir renkle giriş yaptı.
Döne, öğretmeninin okuması için özel olarak köyümüze getirdiği, enerjik ve konuşkan bir kızdı. Benim aksime, o anlattıkça dünya genişler, neşesi etrafa yayılırdı. Çok geçmeden en iyi arkadaş olduk. Okul sıralarını paylaşıyor, tenefüslerde kahkahalarla dolu oyunlar oynuyorduk. Yaz tatilleri geldiğinde ise Döne memleketine dönerdi. Ama aramızdaki bağ asla kopmazdı. Her yılbaşı, postacı bana ve diğer arkadaşıma Döne’den gelen, rengarenk kartpostallar getirirdi. O kartpostallar, benim için sıradan bir kağıt parçasından çok daha fazlasıydı; onlar, Döne’nin uzaklardan gönderdiği birer sevgi fısıltısıydı.
Bir gün, içimde biriken tüm duyguları kelimelere dökmeye karar verdim. Döne’ye bir mektup yazdım. İçinde, ona olan sevgim, özlemim ve en derin sırrım vardı: "Annemle babam hâlâ kavga ediyor." O satırları yazarken, tüm yükümün hafiflediğini hissetmiştim. Ancak o mektubu bir türlü postaya veremedim. Sanki kelimelerim, bana özel bir sır olarak kalmalıydı.
Ne gariptir ki, o mektup postaya verilemese de, doğru adresi bulmuştu. Bir şekilde anne ve babamın eline geçmiş ve okumuşlardı. Benim o küçücük mektubumdaki o can yakan cümlenin, onların kalplerine dokunduğunu yıllar sonra öğrendim. O günden sonra evimizdeki kavgalar sessizliğe büründü. Yıllar sonra, annem itiraf etti o mektubu okuduklarını ve o andan sonra birbirlerine olan davranışlarını değiştirdiklerini. O mektup, benim sessizliğimin en gür sesi olmuştu...
Ortaokulun o sessiz koridorlarından, Döne’nin gidişiyle içimde biriken kelimelerle dolu mektuplarımın gücünü keşfettiğim yerden, hayatım bambaşka bir yola savrulmuştu. Dedikodular, kıskançlıklar ve "bir kız çocuğu" olmanın getirdiği baskılar, okuma hayalimi elimden almıştı. Okuldan ayrıldım ve kısa bir süre sonra, görücü usulüyle evlendim.
O gün, o yarım kalan defter gibi, hayallerimin de rafa kalktığını sanmıştım. Hayatım boyunca içimde o eksikliği hissettim. Herkesin peşinden koştuğu, hayalini kurduğu o "mezuniyet" kelimesi, benim için sadece içimi yakan bir hasret olmuştu. Ama hayat, en beklenmedik anlarda sana en değerli dersleri veriyormuş.
Çocuklarım oldu. Onları her sabah okula götürdüğümde, kapıdan içeri süzülen o tanıdık koku; kalem, defter, silgi ve tebeşir kokusu... O koku, beni zamanda geriye götürüyor, içimdeki küçük kızı yeniden canlandırıyordu. O çocuk, okuma hayalinden mahrum kalmış, içi sızlayan bir çocuktu. Bazen onlarla ders çalışırken, okuma sevdalarını gördükçe o acı tekrar içimi sarıyor, susturamadığım bir çığlığa dönüşüyordu. Ama bu acı, beni yıkmak yerine, bir gün kendi hikayemi yazma cesaretini verdi.
Yıllar sonra, bir gece yarısı, o çok özlediğim kalemi elime aldım. O kalemi tutarken, parmaklarım sanki yıllardır kayıp bir parçayı bulmuş gibi titredi. O ana kadar biriktirdiğim tüm anılar, acılar, sevinçler ve yarım kalmışlıklar bir nehir gibi akmaya başladı. O anda anladım ki, ben okullardan uzak kalmış olsam da, içimdeki yazar asla ölmemişti.
Bugün, o yarım kalan hayalimin eksikliğini hala hissediyor olsam da, biliyorum ki, benim en büyük öğretmenim hayat oldu. O küçücük mektubun bir aileyi değiştirmesi gibi, benim de kalemimle hayatlara dokunabileceğimi öğrendim. Artık sadece eski bir anıyla avunmuyorum. O anılarla, o hayal kırıklıklarıyla, o sessiz çığlıklarla yeni bir hayat yazıyorum. Ve bu, benim en güzel hikayem oldu...
Yıllar Sonra Gelen Mesaj
Zaman, aramızdaki mesafeyi ve onca yılı alıp götürdü. Tıpkı bir zamanlar Döne’nin gönderdiği yılbaşı kartpostalları gibi, yıllar sonra o sosyal medya bildirimleriyle tekrar karşıma çıktı. İsmini gördüğümde kalbim bir an durdu. Yılların hasreti, bir anda biriken onca duygu, tek bir profil fotoğrafında can bulmuştu.
Konuştuk... O, ana sınıfı öğretmeni olmuştu. İçimden bir ses, ’Elbette,’ dedi. Döne’nin o neşesi, o bitmeyen enerjisi, çocukların dünyasına adeta bir güneş gibi doğacaktı. Gözlerinde, çocukluğumuzdaki o parıltıyı yeniden görmüştüm. Bana tatlı oğluyla ilgili hikayeler anlattı. Hayallerine kavuşmuştu, hem de en güzel şekilde: Çocukların hayallerine dokunarak.
O an, içimdeki o küçük kızın gözleri doldu. Benim kalem ve defter kokusuna duyduğum hasret, Döne’nin yaşam amacına dönüşmüştü. Onun her başarısı, benim yarım kalan hikayemin bir parçasıydı sanki.
Ama tıpkı bir zamanlar köyde olduğu gibi, aramızdaki bu bağ yine sessizce koptu. Bir nedeni yoktu, bir tartışma yaşanmadı. Sadece yeniden uzaklaştık. Sanki görünmez bir el, aramıza bir duvar örmüştü. Kalbimde garip bir sızıyla düşündüm: Bu gizemin sebebi, acaba geçmişe mi dayanıyordu? Belki de beni okula gitmeye teşvik edemediği, benim hayatımın bu yöne savrulduğu için kendini sorumlu hissediyordu. Oysa benim için o, sadece en iyi arkadaşımdı ve onun varlığı, bana bir zamanlar ne kadar güçlü bir kız olduğumu hatırlatıyordu.
Şimdi anlıyorum ki, bu hikayeyi yazmak sadece geçmişimle yüzleşmek değil, aynı zamanda bu gizemi de çözmek için bir yol. Belki de bu mektuplarım, bir gün ona da ulaşır ve içimdeki bu soruların cevaplarını bulurum. Çünkü ben, artık suskun değilim. Kalemimle tüm sırları açığa vurmaya hazırım...
5.0
100% (1)