0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
129
Okunma
Ene ve Zerre: Atomdan Sonsuzluğa, İnsan ve Kudretin Aynasında Bir Yolculuk
Yazar: Murat Kerem
İnsanoğlu, bir damla sudan yaratıldığı hâlde içinde koca bir kâinat taşır. Elindeki mikroskopla atomun derinliklerine iner; teleskopla galaksilerin sonsuzluğunu seyreder. Ancak çoğu zaman bu iki yolculuğun ortak adresini unutur: Yaratan’ı tanımak.
Kur’ân bu gerçeği şöyle hatırlatır:
“Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görür; kim de zerre miktarı şer işlerse onu görür.” [1]
Zerre ve Kudret
Zilzâl Sûresi’nin bu ayeti, laboratuvarlarda gözlenen atom parçacıklarının yalnızca madde değil, aynı zamanda ilahî kudretin birer mühürü olduğunu bildirir. Said Nursî [2], zerrenin hareketini iki pencereden yorumlar: İnsan ya bu hareketi kör tabiat kuvvetlerine verir ya da her hareketini Kudret-i İlahiye’ye bağlar.
Modern fizik, atomun büyük kısmının “boşluk” olduğunu; çekirdeğin çevresinde yüksek hızlarla dönen elektronlarla adeta bir enerji denizi bulunduğunu söyler [3]. Kuantum alan teorisine göre bu boşluk, sanıldığı gibi “hiçlik” değildir; sürekli oluş ve yok oluşların yaşandığı bir enerji okyanusudur. Yani görünürde boş olan bu alan, aslında kudretin diliyle konuşur.
Burada ince bir ayrım vardır: Modern bilimin “boşluk” dediği şey, ölçülebilir bir potansiyel alan; tasavvufî irfanda “hiçlik” ise benliği eritip mutlak varlığın huzurunda yok olma hâlidir. Fizikçi için boşluk matematiksel bir enerji denklemi; ârif için hiçlik, varlık perdesinin ardında mutlak hakikate açılan kapıdır. Birinde atomlar doğar ve söner, diğerinde benlik doğar ve sönerek hakikatin nuruna kavuşur.
Tıpkı gökyüzündeki yıldızların gece karanlığını delip ışık saçması gibi, atomun iç âlemindeki parçacıklar da varlık perdesinde Yaratıcı’nın kudretini ilan eder.
Ene: Kendini Bilmenin Anahtarı
Bediüzzaman’a göre “Ene”, insana emanet verilmiş bir ölçü aletidir [2]. Nasıl ki cetvel uzunluğu ölçer, saat zamanı ölçer; ene de insanın Rabbinin sıfatlarını anlaması için verilmiş bir kıyastır. Ancak ene, kendini mutlak zannederse gurur, bencillik ve şirk kapısı açılır.
Tasavvuf ehline göre ene’nin terbiyesi, insanın kendini bilmesinin ilk adımıdır. Mevlânâ [4] bu hakikati şöyle dile getirir:
“Bir zerreyi hakkıyla görebilsen, onda yüzlerce âlem seyredersin.”
Yunus Emre’nin şu sözü bu yolculuğun pusulasıdır:
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?” [5]
İmam Gazâlî [6] ise, ilmin ancak kalp aynası berrak olduğunda hakikati yansıtabileceğini belirtir.
Bu yüzden ene, sadece “ben” diyen bir ses değil, “O”na işaret eden bir ayna olmalıdır.
Atomdan Enerjiye, Enerjiden Mesaja
Atom çekirdeğindeki bağlar, insana hem yıkıcı hem de yapıcı güçler bahşeder. Zincirleme fisyon tepkimesiyle açığa çıkan enerji, kontrolsüz bırakıldığında atom bombasının yıkımına [3], kontrollü kullanıldığında ise nükleer reaktörlerin şehirleri aydınlatan enerjisine dönüşür [7].
Bu tablo bize, her gücün sorumlulukla sınandığını gösterir. Efendimiz’in (s.a.s.) şu hadisi, atomun enerjisinden ene’nin terbiyesine uzanan köprüyü kurar:
“Kul, kıyamet günü şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe yerinden kıpırdayamaz:
Ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nerede yıprattığı, malını nereden kazanıp nereye harcadığı ve bildiği ile amel edip etmediği.” [8]
Maddenin enerjisini disiplinle kontrol edebilen insan, aynı iradeyi kendi nefsine ve “ene”sine uygularsa, hem dünyasını hem de ahiretini aydınlatabilir.
Zerre ile Sınanan İman
Kur’ân, gökyüzüne bakmayı bir tefekkür daveti olarak sunar:
“De ki: Göklerde ve yerde neler var, bakın!” [9]
İmam Rabbânî [10], imanı güçlendiren en önemli şeyin yaratılıştaki intizamı müşâhede etmek olduğunu belirtir. Fethullah Gülen [11] ise, zerrenin hareketindeki düzenin doğru okunduğunda kişiyi tevhide götürdüğünü ifade eder.
Burada mesele sadece bilimsel bilgi değildir; bilgiyi hikmet penceresinden görebilmektir. Bir elektronun yörüngesindeki hassas dengeyi fark eden kişi, kâinattaki düzenin sahibini tanımaya başlar.
Gönül ile Bilim Arasında Köprü
İlim, gönülle buluşmadığında kuru bilgiye dönüşür. İmam Gazâlî [6], niyetin ilmin ruhu olduğunu söyler; niyetsiz bilgi, hakikatin kapılarını aralayamaz. Bu yüzden bilim insanı da mutasavvıf da aynı gerçeğe yürür: Varlığın özünde ilahî bir imza vardır.
Bu imza, atomun çekirdeğinde olduğu kadar insanın kalbinde de okunur. Zerrenin düzenini inceleyen bilim, gönlün düzenini inceleyen hikmetle birleştiğinde, ortaya hem maddî hem manevî bir bütünlük çıkar.
Ene ve Zerre’nin Terbiyesi
Zerre bize Allah’ın kudretini gösterir; ene ise o kudreti tanımamız için verilmiş emanet bir ölçüdür. Atomun enerjisini kontrol altına alan insan, ene’sini de kontrol altına alabilirse hem dünyasını hem ahiretini aydınlatır.
Nursî’nin [12] belirttiği gibi, insanın omzundaki emanet şükürle taşındığında kemâle erer. Atomun çekirdeğinde saklı kudret nasıl maddenin varlığını koruyorsa; insanın kalbindeki şükür enerjisi de ruhun varlığını korur.
Ve belki de asıl mesele şudur: Bir zerreyi hakkıyla görebilen, koca âlemi kaybetmez; ene’sini terbiye edebilen ise ebedî âlemi kazanır.
Kaynakça
[1] Kur’ân-ı Kerîm, Zilzâl Sûresi, 99:7–8.
[2] Said Nursî, Sözler, “Otuzuncu Söz – Ene ve Zerre Bahsi”.
[3] Feynman, R. P., The Feynman Lectures on Physics, Cilt I, Bölüm 1.
[4] Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî, Cilt 1, (beyit 178–180 civarı).
[5] Yunus Emre, Divan, “İlim ilim bilmektir”.
[6] İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn.
[7] Krane, K. S., Introductory Nuclear Physics, 3. Baskı.
[8] Müslim, Zühd, 63.
[9] Kur’ân-ı Kerîm, Yunus Sûresi, 10:101.
[10] İmam Rabbânî, Mektûbât, 1. Cilt, 260. Mektup.
[11] Fethullah Gülen, Prizma 1, “Ene ve Zerre” eksenli değerlendirmeler.
[12] Said Nursî, Lem’alar, “Yirmi Üçüncü Lem’a”.