0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
155
Okunma
Düşündüğüm tek şey, ben bu sığlıktan nasıl kurtulacağım? Bu soruyu kendine soran insanları nerede bulacağım? Hayatım bir trekking yolculuğu olsaydı, kaçıncı rotamın içerisinde olduğumu sayıyla ifade edemezdim. Kaç zorlu yolu geçtiğimi, en yükseklere çıkıp nasıl dere yataklarına bir ümitle indiğimi ve hiçbir yerde su içmeden yola devam ettiğimi anlatarak bitiremezdim.
Güzellikler hiç görmedim mi? Gördüm. Ama bana kalmadılar. Çantama koyup eve götüremedim. İnsan içine karış dediler, yaptım. Fark edildiğimi sandığım her durakta bir meşgale olmaktan öteye gidemediğimi, durağın ben olduğunu hep hikâyenin en sonunda anladım. Bu sancıyı tarif etmem gerekseydi, çatısı olmayan bir evde yaşamaya benzetirdim. Gökyüzünü her an görebiliyorum ama yağmurlu bir fırtınadan da nasibimi alıyorum.
İzole olmak ve olmamak arasında bir çizgideyim. Ruhum ancak kendimle huzurlu. İnsanlara sarılırken aslında kendime sarılmak istediğim için o kadar içtenim. Gözlerim çirkinlikleri seçemeyecek kadar kör, güzellikleri görebilecek kadar da şahin gibi keskin. Sohbetler içerisinde neden birbirimize mesleklerimizi sorduğumuzu anlayamıyorum mesela. Kendimiz gibi olamayacaksak, o kalabalıklarda ne işimiz var?
Bu bağlar samimiyetle kurulmayacaksa, yalnız yaşamaktan daha şerefli ne var? Kırılganlık değil bu, gerçeklik. Öylesine geçirilecek vaktimiz yok ki. Nerede bu sancıyla kıvranan insanlar? O kadar çok sorum var ki, ne güzel bir kıyafet ile aldanabiliyorum ne de görünmek uğruna yaptığım aktivitelerle.
Dilerim ki bir gün halıya uzandığımda Alaaddin gibi uçabilirim.