0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
115
Okunma

İSMET PAŞA VE LOZAN.
İsmet İnönü’nün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde taşıdığı demokratik rol, yalnızca çok partili hayata geçişteki tercihleriyle değil, aynı zamanda kurucu kuşağın askerî ve diplomatik liderlerinden biri olarak oynadığı tarihsel rolle de bütüncül biçimde değerlendirilmelidir. Özellikle Kurtuluş Savaşı ve ardından gelen Lozan Barış Antlaşması sürecindeki pozisyonu, onun yalnızca bir komutan değil, aynı zamanda uluslararası siyasal alanda son derece donanımlı bir diplomasi aktörü olduğunu kanıtlamaktadır.
1919’da başlayan Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından biri olan I. ve II. İnönü Muharebeleri, yalnızca askerî değil, aynı zamanda psikolojik ve siyasal bir anlam da taşımaktadır. Bu zaferler, Türk milletinin işgale karşı mukavemet gösterebileceğini tüm dünyaya ilan etmiş ve Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetini pekiştirmiştir. İnönü’nün bu savaşlardaki liderliği, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine gönderdiği şu telgrafta özetlenmektedir:
“Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.” (Mustafa Kemal Atatürk, 1921)
Bu övgü, sadece bir askeri başarıyı değil, aynı zamanda ulusal iradenin temsilcisi olarak İnönü’nün tarihi sorumluluğu taşıma kabiliyetini de yansıtır.
Kurtuluş Savaşı’nın ardından 1922-1923 yılları arasında İsmet İnönü’nün başdelegesi olarak görev yaptığı Lozan Konferansı, onun diplomatik virtüözlüğünün açık göstergesidir. Lozan, sadece bir barış antlaşması değil, Osmanlı’nın Sevr ile dayatılan tasfiyesinin reddi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası meşruiyetinin ilanıdır. İsmet Paşa’nın Lozan’daki kararlı tutumu, Batılı büyük devletler karşısında eşit bir hukuk zemini talep eden yeni Türk devletinin duruşunu temsil etmiştir. Özellikle kapitülasyonlar, azınlık hakları ve Boğazlar gibi kritik meselelerde gösterdiği dirayet, onun siyasal bilincinin ve stratejik zekâsının bir sonucudur.
Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam adlı eserinde İnönü’nün Lozan’daki varlığını şu sözlerle özetler:
“Lozan, bir kişilik savaşının adıdır. Karşısında imparatorluk artığı alışkanlıklarla konuşan büyük devlet delegeleri vardı. İsmet, onlara Türk milletinin yeni dilini öğretti.” (İkinci Adam, Cilt II)
Bu ifade, İnönü’nün Lozan’daki rolünü yalnızca diplomatik başarı değil, bir “karakter dersi” olarak da sunmaktadır. Dolayısıyla İnönü’nün demokratik reflekslerini değerlendirmek isteyen bir yaklaşımın, onun devlet kurucu vasfını, savaş alanlarındaki liderliğini ve uluslararası hukuk masalarındaki temsil gücünü de hesaba katması gerekir. Demokrasiye olan bağlılığı, yalnızca iç siyasetle değil, Türkiye’nin bağımsız ve egemen bir ulus olarak inşa edilmesindeki kararlılığıyla birlikte düşünülmelidir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye’de siyasi istikrarın sağlanması adına benimsenen tek parti yönetimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve ardından İsmet İnönü’nün liderliğinde devam etmiştir. Bu dönem, bir rejim inşası ve modernleşme süreci olarak değerlendirilmeli, tek partili yapının otoriter niteliği dönemin şartları içinde okunmalıdır.
İnönü’nün cumhurbaşkanlığına geldiği 1938 yılında dünya büyük bir savaşın eşiğindeydi. II. Dünya Savaşı süresince Türkiye’yi savaşa sokmama yönündeki çabaları, onun ulusal çıkarları önceleyen bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Savaş süresince uygulanan bazı sıkı tedbirler, ekonomik zorluklar ve olağanüstü hâl uygulamaları, yönetimi daha merkeziyetçi kılmış olsa da bu otoriterliğin sürdürülebilir olmadığını ilk fark eden lider yine İnönü olmuştur.