0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
104
Okunma
Hüt hüt kuşu, kadim söylencelerde haberci, yol gösterici ve sırların bekçisi olarak geçer.
Evvel zamanlarda gök ile yer arasındaki yollar kapalıydı. İnsanlar yalnızca gördüklerine inanır, bilmediklerinden korkar, kalplerinde yankılanan sesi anlayamazlardı. O vakitlerde Tanrı, sırların anahtarını bir kuşun diline sakladı. Bu kuşun adı Hüt Hüt idi.
Hüt Hüt, alnında ateşten bir taç taşırdı; gagasıyla karanlık taşları deler, gözleriyle gecenin ardındaki ışığı görürdü. O, ne yalnızca göğe ne yalnızca yere aitti~ iki dünyanın arasında kanat çırpar, sınırların bekçisi olurdu.
Bir gün krallar, bilgelik tahtını kimin hak edeceğini öğrenmek için Tanrı’ya yalvardı. Tanrı dedi ki:
“Kalbinizle arayın, ama yolu size Hüt Hüt gösterecek.”
Böylece kuş, insanlara konuştu. Onlara dedi ki:
“Benim yolum zorludur. Çünkü ben, yalnızca ışığı değil, gölgenizi de gösteririm. Taç isteyen, önce kendi karanlığını tanısın.”
İnsanlardan kimileri korkup geri döndü; kimileri onun sesini duymadı bile. Lakin yedi bilge, Hüt Hüt’ün ardına düştü. Onu çölde, dağda, ırmak kıyısında izlediler. Kuş her yerde onlara bir işaret bıraktı:
Çölde bir damla su,
Dağda yankılanan bir ses,
Irmakta parlayan bir taş…
Yedinci işaretten sonra Hüt Hüt ansızın kayboldu. Bilgeler, göğe baktıklarında kuşun ışığa karıştığını gördüler. İşte o an anladılar: Taç, dışarıda değil, insanın kendi içindeydi.
O günden sonra Hüt Hüt, “iç yolculuğun rehberi” sayıldı. Onu görenler, gerçeği arayanların kalplerine bir kıvılcım bırakır diye inanılırdı. Ve hâlâ derler ki:
Eğer bir gün hüt hüt kuşu senin pencerene konarsa, sakın taş atma. Çünkü o, belki de sana kendi yolunun sırlarını fısıldamaya gelmiştir.
/
^