0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
132
Okunma

Suheybi Rûmî (r.a.): Fedakârlığın ve Sadakatin Abidesi
Yazar: Murat Kerem
Bazı hayatlar vardır ki, farklı coğrafyaların izlerini taşır; ama sonunda hakikatin nurunda birleşerek insanlığa ışık olur. Suheyb bin Sinan (r.a.), bilinen adıyla Suheyb-i Rûmî, işte böyle bir hayatın sahibidir. Çocuk yaşta Bizans topraklarına götürülen, yıllarını esaret içinde geçiren, sonra Mekke’de ticaretle yeniden varlık bulan bu büyük sahabî, Resûlullah’ın (s.a.v.) yanında sabır, fedakârlık ve sadakatin sembolü haline geldi [1][2].
Onu tanımak, yalnızca bir sahabîyi öğrenmek değildir; zulüm altında sabretmeyi, malını davası uğruna feda etmeyi ve Resûlullah’a bağlılıkta sarsılmaz bir duruşu tanımaktır. Bir hak dostu onun hakkında şöyle der:
“Suheyb’in hayatında görülen ateş, bir dünya malını bırakıp gönlündeki imanla yürüyüşe çıkan insanın kalbinde yanar. O ateş yakmaz, aydınlatır; yakar gibi görünse de aslında nur olur.”
Esaretten Hürriyete
Suheyb bin Sinan, Irak’ın Musul bölgesinde doğdu. Babası Sinan, bölgenin idarecilerindendi [1]. Ancak küçük yaşta yaşadığı bir baskın hayatının yönünü değiştirdi. Bizans askerleri köylerini yağmaladı, küçük Suheyb’i esir alıp Rûm topraklarına götürdüler [2].
Orada yıllarca köle olarak yaşadı. Dilini, kültürünü unuttu; ama gönlündeki asaleti kaybetmedi. Sarışınlığı ve kızıl teni yüzünden “Rûmî” lakabıyla tanındı [3]. Böylece hayatı boyunca bu isimle anıldı.
Zorlu yıllar onda sabrı ve sebatı pekiştirdi. Nihayet hürriyetine kavuşarak Mekke’ye geldiğinde, esirlik günlerinin izleri gözlerinden okunuyordu. Ama o, bu izleri bir utanç değil; bir tecrübe ve imtihanın hatırası olarak taşıdı.
Mekke’de İman ve İlk Çileler
Mekke’de ticarete atıldı. Güvenilirliği, dürüstlüğü ve misafirperverliğiyle kısa sürede tanındı [2]. Mal kazandı, fakat gönlü bir boşluk içinde çırpınıyordu.
Derken, Resûlullah (s.a.v.)’ın tevhid çağrısını duydu. Kalbi ışığa susamış gibiydi; hiç tereddüt etmeden iman etti [1]. Fakat müşrikler için bu kabul edilemezdi. Çünkü o, ticaretle zengin olmuştu. Onun İslâm’a girişi, toplumun her kesimine davetin ulaştığının göstergesiydi.
Darü’l-Erkam’da gizlice derslere katıldı. Tehditlere rağmen şöyle diyordu:
“Ben bulduğum hakikati kaybedersem, elimde kalan mal neye yarar?” [4]
Kârlı Ticaret
Hicret zamanı geldiğinde Kureyş onun yolunu kesti [2].
— “Ey Suheyb! Mekke’ye gelirken yoksuldun, ticaretle zengin oldun. Şimdi bütün malını bırakıp çıkıp gidemezsin,” dediler.
Suheyb elini kılıcına götürdü, kararlı bir sesle karşılık verdi:
— “Vallahi, kılıcımla savaşırım. Son nefesime kadar sizinle çarpışırım.” [3]
Onun yiğitliğini bilen müşrikler tereddüt ettiler. İşte o anda Suheyb, asırlarca dillerde dolaşacak sözü söyledi:
— “Malım Mekke’de. Gidin alın, hepsi sizin olsun. Bana yolumu açın, Resûlullah’a kavuşayım!”
Bir gönül eri, bu sahneyi şöyle yorumlamıştır:
“Bir insanın imanı uğruna bütün malını terk edişi, ateşe atılmak gibidir. Fakat o ateş İbrahim’in ateşi gibi gülistana dönüşür.”
Medine’ye vardığında Resûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve buyurdu:
“Suheyb kârlı bir ticaret yaptı!” [4]
Sadakatin Sembolü
Medine’de Suffe ehli arasında yer aldı [4]. Bedir, Uhud, Hendek ve diğer gazvelerde en ön safta yer aldı [2]. Malını nasıl bırakmışsa, canını da Allah yolunda vermeye hazırdı.
Hz. Ömer (r.a.) şehit edilmeden önce, Müslümanlara namaz kıldırma görevini Suheyb’e bırakması, ona duyulan güvenin en açık deliliydi [3]. Bu tercih, sahabiler nazarındaki sağlam karakterini ve güvenilirliğini ortaya koyuyordu.
Tevazu ve Merhamet
Savaş meydanında yiğit olduğu kadar, merhamet ve infakta da örnekti. Yoksulları doyurmaktan sevinç duyardı. Sofrası hiç misafirsiz kalmazdı [5].
Kendi sözü hayatına mühür gibidir:
“Ne garibim, ne de yalnızım. Allah Resûlü’ne kavuştum, o bana yetti.”
Kalplere Bıraktığı Miras
Suheyb Rûmî (r.a.), doğduğu topraklardan koparılmış, malını Allah yolunda feda etmiş, Resûlullah’a sadakatle bağlanmış bir gönül eriydi.
Hayatı bize şunu söyler:
“Gerçek ticaret, kaybetmekle başlar.”
Çünkü Allah için verilen her kayıp, ebediyet pazarında kazanca dönüşür.
Bir hak dostunun ifadesiyle:
“Suheyb’in bıraktığı miras; altın değil, sadakat; mal değil, infak; şan değil, tevazu oldu. İnsanlığın en büyük kazancı da işte budur.”
Kaynakça
[1] İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebeviyye
[2] Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk
[3] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ
[4] Kandahlavî, Hayâtü’s-Sahâbe
[5] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye