0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
228
Okunma

Tipi günlerdir durmamıştı.
Başkale’nin sarp dağları bembeyaz bir sessizliğe gömülmüş, rüzgâr köyün sokaklarında uğuldayarak esiyordu.
Mirza, damdaki ve evin önündeki küçük avluda karları temizledi.
Beş kardeşin en büyüğüydü; babaları yıllar önce hastalıktan ölmüştü.
Annesi Meryem, sobanın yanında sessizce oturmuş, ellerini ovuşturuyordu.
Mirza annesinin yanına çömeldi:
- Ana, dedi, "Memet Ağa koyunlarına, ineklerine bakacak bir çoban arıyormuş. Ben gideceğim, başka çaremiz yok."
Annesinin gözleri doldu:
- Oğlum, yol uzun, kış çetin. Daha on yedine bile basmadın. Ama biliyorum, gitmek zorundasın. Kardeşlerin aç, sen en büyüklerisin; babaları sensin artık.
Mirza annesinin ellerini tuttu:
- Merak etme ana. Allah büyüktür, elbet bize de bir kapı açacaktır, dedi.
O gece Mirza’nın gözlerine uyku girmedi.
Sabah erkenden sırtına yıpranmış postunu alıp yola koyuldu.
Kar dizine kadar çıkıyordu, tipinin uğultusu kulaklarını dolduruyor, kafasında bin bir düşünce geçiyordu.
Gün boyunca yürüdü, hava kararmaya başladığında bir kaya kovuğu buldu.
İçeri sığınıp postunu yere serdi, cebindeki çakmakla küçük bir ateş yaktı.
Yanında getirdiği ekmeği ateşte ısıttı, içine peynir koydu, suyundan birkaç yudum içti.
Gece boyunca uykusu bölündü, ateşi canlı tutmak için kuru dallar ekledi.
Sabah olunca yeniden yola çıktı.
Bazen terk edilmiş çoban kulübelerine sığındı, bazen kaya kovuklarında kaldı.
Günler süren yolculuktan sonra Memet Ağa’nın köyüne vardı.
Konak büyük, taş duvarları karın içinde heybetli görünüyordu.
Kapıyı açan kahya onu tepeden tırnağa süzdü:
- Kimsin, dedi.
Mirza:
- Ben İsmail’in oğlu, çobanlık yapmak için geldim, dedi.
Kahya başıyla içeriyi işaret etti:
- Gel hele, ağa seni görsün, dedi.
İçeri girdiğinde Memet Ağa, Mirza’yı bir an duraksayarak süzdü.
Gözlerinde hem tanıdıklık hem de eski günlerin anısı vardı.
- Hoş geldin delikanlı, dedi. "Baban yıllar önce benim için çok çalıştı. Burada işin zor; sabah erkenden kalkacaksın, koyunların yemini, ineklerin suyunu eksik etmeyeceksin."
Mirza başını salladı:
- Tamam, ağa, dedi.
O günden sonra Mirza, her öğün ahıra gider, hayvanların yemini ve suyunu verirdi.
Bazen ona verdikleri küçük odada soba başında uyuyakalırdı.
Yatarken üzerine kalın, yıpranmış bir yorgan örterdi.
Dışarıda tipi uğuldarken, karın cama çarpma sesi ve rüzgârın uğultusu Mirza’ya huzur verirdi.
Ve küçük pencereden göğe bakar hayal kurardı..
Bir gün avluda, çeşme başında bir kız gördü: bu ağanın kızı Zeynep’ti.
Başörtüsü yana kaymış, ince elleriyle kovayı dolduruyordu.
Mirza’nın kalbi hızla çarptı; ama Zeynep başını bile kaldırmadı.
Sanki Mirza orada yokmuş gibi, sessizce suyu alıp uzaklaştı.
Mirza, geceleri yalnız kaldığında sobanın yanında küçük defterini açar, yeni mısralar karalardı.
Bu defter onun en değerli eşyasıydı; yıllardır yazdığı şiirlerle doluydu.
Bir sabah, aceleyle dışarı çıkarken defteri pencerenin boşluğu üzerinde açık unutmuştu.
Öğleye doğru odanın önünden geçen Zeynep, penceredeki defteri fark etti. Odaya girdi
merakla yaklaştı ve sayfaları karıştırdı.
Satır satır okudukça şaşırdı:
Mirza, toprağın kokusunu, dağların sessizliğini, özlemi ve gizli bir sevdadan bahsediyordu.
Bu dizeler, onun gözünde Mirza’yı başka biri yaptı.
Sadece ağanın hizmetine bakan bir çoban değil, içi dolu, düşünen ve hisseden biriydi o.
Akşam Mirza odaya döndüğünde Zeynep, kapının önünde duruyordu.
“Defterini okudum…” dedi hafif bir gülümsemeyle.
Mirza’nın yüzü kızardı, ne diyeceğini bilemedi.
“Çok güzel yazıyorsun,” dedi Zeynep yumuşak bir sesle ve gitti.
O günden sonra Zeynep’in Mirza’ya bakışları değişmişti.
Artık onu gördüğünde başını çevirmiyor, sessizce gülümsüyor, bazen göz ucuyla onu izliyordu.
Mirza ise içindeki çekingenliği yenmek istiyordu, fakat bulunduğu konum nedeniyle bunu bir türlü başaramıyordu; sonuçta o bir çobandı, Zeynep ise ağanın tek kızıydı.
Zamanla aralarındaki mesafe yavaş yavaş eridi. Bir gün, karla kaplı bahçede birlikte çalışırken Zeynep merakını yenemedi ve Mirza’ya sordu:
“Sen… hep sessizsin ama merak ediyorum… hayatın nasıl geçti?”
Mirza önce gözlerini kaçırdı, ellerini ovuşturdu, sonra derin bir nefes aldı ve yavaşça anlatmaya başladı; babasını kaybetmesini, kardeşlerine bakmak için yaptığı zorlu yolculukları, gençliğinin sıkıntılarını… Zeynep her kelimesini dikkatle dinledi, içten cesaretine ve kararlılığına hayran kaldı.
Küçük bakışmalar, gizli gülümsemeler ve arada sırada paylaştıkları sözler, onları birbirine daha da yakınlaştırdı. Mirza’nın sessizliği, çekingen davranışları ve Zeynep’in merakı, kelimelere dökülmeyen bir yakınlığı beraberinde getirdi. Böylece mesafe, yerini tatlı bir sıcaklığa, sessiz bir anlayışa ve karşılıklı hayranlığa bıraktı.
Bir gün Zeynep, Mirza’nın yırtılmış montunu görüp yanına geldi:
- Bu ne hâl Mirza? dedi gülümseyerek.
Mirza utandı:
- Çalışırken bir yere takılmış.
Zeynep gülerek başını salladı:
- Ver onu bana, dikeyim, dedi.
O gün Mirza’nın dünyası değişti.
Zeynep’in onun için birşey yapması sevdiğinin kanıtıydı çünkü.
Her yılın sonunda Mirza, birkaç günlüğüne köyüne, annesi ve kardeşlerinin yanına dönerdi.
Karların eridiği ve yolların güvenli olduğu zamanlarda köyüne gelir, getirdiği kazançla evin eksiklerini tamamlar, kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılardı.
Kardeşleri Mirza’yı görünce yanına gelir, ona sımsıkı sarılır ve beraber uyumak için birbirleriyle yarışırlardı.
Ziyaretler kısa sürerdi çünkü Mirza tekrar Memet Ağa’nın köyüne dönmek zorundaydı.
Yıllar geçti.
Mirza her gün dağların yollarında yürüyerek hayvanlara ağaya söz verdiği gibi güzel baktı.
Sabahın ilk ışıklarıyla kalkar, sürüleri otlatır, suya götürür, akşam olunca ahıra getirirdi.
Her mevsim farklı bir zordu; kar fırtınaları, sert rüzgârlar, yağmur ve dolu.
Zamanla Mirza bu zorluklara karşı dayanıklı hale geldi.
Dağlar sessiz ve genişti.
Mirza çoğu zaman yalnızdı ama yalnızlık onu korkutmazdı; aksine, düşünceleriyle baş başa kalmayı severdi.
Zeynep aklına geldikçe yüzüne hafif bir gülümseme yayılırdı.
Onu düşündükçe kalbi hızlı atıyor, gözlerinde sıcak bir ışık beliriyordu.
Bir öğle vakti sürüyü dağın yüksek bir noktasına çıkarmışken güneşin altında bir kayanın gölgesinde oturup yemeğini yedi.
Yanına gizlice yaklaşan Zeynep’i fark etti.
Gülümseyerek elindeki sepeti Mirza’ya uzattı:
- Sana getirdim, dedi. İçinde taze çörekler var.
Mirza hafifçe eğildi, sepeti aldı:
- Teşekkür ederim Zeynep. Bu bana hem evimi hem de annemi hatırlatıyor ama bir daha buraya kadar gelme, dedi.
Birbirlerine bakarken, ikisi de kısa bir süre sessiz kaldı.
O sessizlik yılların getirdiği duygu ve umutla doluydu.
Zeynep fısıldadı:
- Ne zaman buraya baksam, sen hep hayvanlarla ilgileniyorsun. Ama yine de yüzünden gülümseme eksik olmuyor.
Mirza başını hafifçe salladı:
— Hayat zor, ama sen aklıma geldiğinde her şey kolaylaşıyor, dedi.
Baharda dağlar yemyeşil olurdu.
Sürüler çiçeklerin arasında gezer, kuşların cıvıltısı eşliğinde beslenirdi.
Bu güzelliğe bir de Zeynep’in varlığı eklenince her şey daha da anlamlı oluyordu.
Bir gece arka bahçede birlikte otururken Zeynep hafif ürperdi:
- Mirza… babam bu durumdan haberdar olursa ne yapar dersin?
Mirza gözlerini ona dikti:
- Bilmem… ama ne olursa olsun seni bırakmam, dedi.
Aylar geçti, bahar kışa döndü.
Hayvanlar tekrar ahırlara döndü.
Zeynep ve Mirza’nın aşkı daha da alevlendi.
Tam bu haftalarda Memet Ağa’nın köydeki konuşmaları duyulmaya başlamıştı.
Zeynep babasının bir plan yaptığını sezinledi ama ne olduğunu bilmiyordu.
Ve çok geçmeden bir sabah Memet Ağa kararını açıkladı:
- Zeynep, seni şehirde nüfuzu olan bir adamın oğluna vereceğim.
Zeynep’in gözleri doldu:
- Baba, ben onu istemiyorum, dedi.
Mirza sessizdi. Gözlerindeki derin bakış, yılların birikmiş sevgisini anlatıyordu. Memet Ağa önce bir süre sustu, onu süzdü; bir şeyler seziyordu ama emin olamıyordu.
- Kahya Hemen herkes gelsin buraya! dedi.
Herkes toplandı ağa:
Söyleyin kızımla Mirza arasında bir şey mi var?
Hizmetçiler korku içinde birbirlerine bakarak, çekinerek anlatmaya başladılar;
Zeynep’in zaman zaman Mirza’yı görmek için arka bahçeye indiğini, gizlice buluştuklarını ve birkaç kez konaktaki ıssız köşelere çekildiklerini söylediler.
Memet Ağa, yavaş yavaş parçaları birleştiriyor; öfke ile şaşkınlık arasında gidip geliyordu.
Bir süre sessiz kaldı, derin bir nefes aldı. Ardından Mirza’ya sert ve keskin bir sesle döndü:
- Mirza yediğin ekmeğe ihanet ettin! Bu evde senin için yer yok! Derhal defol ve bir daha bu kapıdan adımını bile atma!
Mirza başını öne eğdi, sessizce köyden ayrıldı. Zeynep onun ardından bakarken sessizce ağladı.
Aylar geçti, Zeynep’in sağlığı giderek kötüleşiyordu. Yüzü solgun, gözleri halsizleşmişti; gündüzleri neredeyse yataktan kalkamıyor, geceleri ise sürekli Mirza’yı soruyordu.
Mirza bu sırada başka bir köyde ağır bir işte çalışıyordu. Gün boyu yoruluyor, geceleri ise tek başına kaldığında Zeynep’i düşünüyordu. Ellerindeki nasır, omuzlarındaki ağrı ona hiç ağır gelmiyordu; en büyük yükü, Zeynep’ten ayrı geçen günlerdi. Ay ışığında oturup onun gülüşünü, gözlerini hayal ediyor, içini kemiren özlemle bir an önce geri dönebilmeyi diliyordu.
Bir gece dayanamayıp köye döndü. Sessizce konağın arka tarafından içeri sızdı; karanlık koridorlardan geçerek dadının odasına ulaştı. Dadı karşısında Mirza’yı görünce korkuyla irkildi.
- Mirza! Ne işin var burada, ya biri görürse? diye fısıldadı.
Mirza kapıyı kapatıp yanına yaklaştı.
- Dadı, bu böyle olmayacak. Bu gece Zeynep’i alıp götüreceğim, dedi.
Dadı bir an dondu kaldı, sonra endişeyle başını salladı.
- Bu çok tehlikeli. Ağa öğrenirse hepimiz mahfoluruz, dedi.
Mirza’nın yüzü ciddiydi.
- Ne olursa olsun, Zeynep’i burada bırakamam. Eğer kalırsa ölecek. Lütfen bana yardım et, dedi.
Dadı uzun bir sessizlikten sonra derin bir nefes aldı.
- Bekle, dedi. - Zeynep’i buraya çağırayım.
Kısa süre sonra Zeynep kapıdan girdi. Mirza’yı görünce gözleri büyüdü, bir an dondu kaldı, sonra koşup boynuna sarıldı. İkisi de uzun süre konuşmadan öylece kaldı. Zeynep’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
- Mirza… seni bir daha göremeyeceğimi sanmıştım, dedi titreyen bir sesle.
Mirza onun saçlarını okşadı.
- Seni almaya geldim Zeynep. Bu gece gideceğiz. Burada kalırsan seni başkasına verecekler. Ben bunu izleyemem, dedi.
Zeynep korkuyla geri çekildi, elleri titriyordu.
- Mirza, ya yakalanırsak? Ya babam bizi bulursa?
Mirza onun ellerini tuttu, gözlerinin içine baktı.
- Yol zor olacak, belki başımıza her şey gelebilir. Ama sen yanımda olursan her şeye göğüs gererim. Yeter ki sen iste.
Zeynep bir an sessiz kaldı. Sonra derin bir nefes alıp başını salladı.
- Tamam Mirza… gidelim, dedi.
Dadı gözyaşlarını sildi, sessizce dua ederek onları bahçeye kadar götürdü. Bahçenin arka kapısını açtı, ikisine de son kez baktı.
- Allah sizi korusun, dedi.
Gece olduğunda, gökyüzünde ayın solgun ışığıyla bahçe sessizliğe gömülmüştü. Zeynep, Mirza’nın elini sıkıca tuttu; gözlerinde hem sevinç hem de ürkek bir heyecan vardı.
Birlikte, karla kaplı dağ yollarına doğru yola çıktılar. Rüzgârın uğultusu, gece kuşlarının sessizliği ve uzaktan yankılanan kurt ulumaları arasında ilerlerken, her adımda hem aşkın hem de bilinmezliğin tatlı karışımı kalplerini dolduruyordu. Dağların gölgesinde, halasının evine doğru uzanan yol onları hem umut hem de tehlike ile dolu bir serüvene sürüklüyordu...
Devamı gelecek...