0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
149
Okunma
Hz. Osman (r.a.): Hayâ, Cömertlik ve Sabır Abidesi
Yazar: Murat Kerem
Gitmiş Bir Nurun Ardından
Her çağda gökyüzünde yolumuzu aydınlatan yıldızlar olur. Onlardan biri kayıp gittiğinde, ardından kalan karanlıkta insan onun ışığının izini arar. Raşid Halifeler de öyleydi: Biri göçtüğünde ümmetin yüreğinde tarifsiz bir boşluk açılırdı. Hz. Osman bin Affân (r.a.), o boşluğu doldurulamayacak derecede özel bir isimdi.
Onun hayatına baktığımızda hayânın inceliğini, cömertliğin genişliğini ve sabrın derinliğini bir arada görürüz. Osman denildiğinde akla gelir: melekleri hayran bırakacak bir edep, orduları doyuracak bir cömertlik ve fitnelerin kasıp kavurduğu bir dönemde dimdik duran bir teslimiyet.
Hayâsıyla Ufuk Açan Adam
Hz. Osman, Kureyş’in Benî Ümeyye koluna mensup, varlıklı ve itibarlı bir ailenin evladıydı. Gençliğinde ticaretle meşgul olmuş, kazancıyla çevresinde güvenilir bir tüccar olarak tanınmıştı. Ancak onu asıl farklı kılan, Allah’a olan derin saygısı ve hayâsıydı.
Resûlullah (s.a.v.) onun için şöyle buyurmuştur:
“Melekler bile Osman’dan hayâ eder.” [1]
Rivayet edilir ki, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer huzura girdiğinde Efendimiz (s.a.v.) rahat otururdu. Fakat Hz. Osman içeri girdiğinde toparlanır, edeple doğrulurdu. Bunun sebebini soranlara, “Meleklerin bile hayâ ettiği kimseden ben nasıl hayâ etmeyeyim?” [2] buyurmuştur. Bu söz, onun şahsiyetini özetleyen mühür gibi tarihe kazınmıştır.
Cömertlikte Bir Ufuk
İslâm’a girdikten sonra Hz. Osman, malını adeta Allah yoluna vakfetti. Tebük Seferi’nde orduya yüzlerce deve ve at bağışladı; ordunun üçte birini tek başına donattı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şu müjdeyi verdi:
“Bugünden sonra Osman’ın yaptığı hiçbir şey ona zarar vermez.” [3]
Medine’de Müslümanların su sıkıntısını gidermek için bir Yahudi’nin elindeki Rûme Kuyusu’nu satın aldı ve ümmete vakfetti. O günden bu yana bu kuyudan içen herkesin sevabı onun amel defterine yazılmaya devam etmektedir.
Ayrıca, Mescid-i Nebevî genişletilirken kendi servetinden büyük bağışlar yapmış, arazi satın alarak mescide katmıştır. Böylece Müslümanların ibadet mekânı rahatlamış, ümmetin birlik içinde toplanabileceği daha geniş bir alan ortaya çıkmıştır.
Onun cömertliği, malı kalbine hapsetmeyen; kazancını Allah yolunda bir emanet bilen bir ruhun en berrak aynasıydı. Osman için infak, sadece maldan vermek değil, kalbinden yükünü kaldırıp ümmete nefes olmaktı.
Hilafet ve Fitne Günleri
Maddi infakta zirveye çıkan Hz. Osman, hilafeti döneminde de ümmetin manevi ve siyasi yükünü omuzladı. Hz. Ömer’in şehadetinden sonra ümmetin ortak kararıyla halife seçildi. Onun dönemi, fetihlerin hızlandığı, refahın arttığı yıllardı. Ancak zenginliğin getirdiği farklılıklar, kıskançlıklar ve iç çekişmeler zamanla fitneye dönüştü.
Yumuşak huylu bir mizaca sahip olan Hz. Osman, çoğu zaman sert tedbirlere başvurmadı. Gönül kırmamak, Müslüman kanı akmasın diye sabırla davrandı. Kuşatma günlerinde sahabiler, canları pahasına onu savunmak istediler. Fakat o izin vermedi:
“Benim yüzümden bir damla Müslüman kanı dökülmesin.” [4]
Böylece kendi canını ümmetin selametinden daha önemsiz gördü. Açlık ve susuzlukla kuşatılmışken bile vakur duruşunu bozmadı. Bu tavır, bir halifenin sadece devlet başkanı değil; ümmetin sabır ve teslimiyet sembolü olduğunu gösterdi.
Kur’ân’ın Hizmetkârı
Hz. Osman’ın en büyük hizmetlerinden biri, Kur’ân-ı Kerîm’i cem ettirmesi ve çoğaltmasıydı. Farklı beldelerde kıraat farklılıkları çıkınca, Hz. Hafsa’nın elindeki sahih mushaf esas alınarak çoğaltılan nüshalar İslâm beldelerine gönderildi.
Böylece ümmet ibadet dilinde birliğe kavuştu. Kur’ân’ın lafzı ve tertibi asırlar boyunca korundu. Bugün elimizdeki Mushaf-ı Şerif, o günlerde başlattığı hizmetin bereketli meyvesidir.
Şehadet ve Mushaf’a Düşen Kan
Tarihçiler (Taberî, İbn Sa’d, İbn Kesîr) aktarır: Evini kuşatanlar içeri girdiğinde Hz. Osman Mushaf okuyordu. Kılıç indiğinde, kanı Mushaf’ın sayfalarına sıçradı.
Rivayete göre Mushaf’ın açıldığı sayfa şu ayetti:
“Allah sana yeter; O, kendisini sana destekleyenlerle beraber sana yardım edendir.” (Enfâl, 64)
Bu ayet, onun teslimiyetini mühürleyen ilahi bir teselli gibiydi.
O an, kelimenin tam anlamıyla Kur’ân’a düşen bir şehadet kanıydı. Mushaf’ın yaprakları arasına düşen o kırmızı damlalar, ümmetin birliğinin dağılması hâlinde düşebileceği acı uçurumun habercisiydi.
Evinde günlerce aç ve susuz bırakılmış, fakat bir damla Müslüman kanı dökülmesin diye direnişten geri durmuştu. Son nefesinde dahi elinde Kur’ân, gönlünde sabır ve dilinde Allah’ın adı vardı.
Hz. Osman’ın şehadeti, sadece bir halifenin ölümü değil; ümmete bırakılan bir uyarı, bir miras ve bir dua oldu. O kan, kıyamete kadar Müslümanlara şu hakikati haykırmaya devam edecektir:
“Fitne ateşi yandığında, ancak Kur’ân’a sarılanlar kurtulur.”
Bir İbret Tablosu
Hz. Osman bin Affân (r.a.), hayâsıyla melekleri utandıran, cömertliğiyle ümmeti doyuran, sabrıyla fitneleri aşmaya çalışan ve Kur’ân hizmetiyle ümmete birliği miras bırakan büyük bir şahsiyettir.
Onun şehadeti tarih boyunca Müslümanlara şunu hatırlatmıştır:
Birlik dağılırsa fitne büyür; sabır kaybolursa kardeşlik zedelenir. Ama teslimiyet ve edep korunursa ümmet ayakta kalır.
Bugün onun hayatına bakan bir insan şunu hisseder: Osman (r.a.), sadece geçmişin bir halifesi değil; çağlara hitap eden bir ahlâk programıdır. Bu programda hayâ vardır, cömertlik vardır, sabır vardır. Ve en önemlisi: ümmetin selametini kendi nefsinden üstün tutmak vardır.
İbret almak isteyenler için Hz. Osman’ın hayatı hâlâ yaşayan bir mekteptir.
Kaynakça
[1] Buhârî, Fezâilü’s-Sahâbe, 5.
[2] Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 2401.
[3] Tirmizî, Menâkıb, 19.
[4] Taberî, Târîh, IV, 407–408.
[5] İbn Sa’d, Tabakât, III, 38–72.
[6] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII, 183 vd.
5.0
100% (1)