0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
171
Okunma
Munzur’un serin suları, dağlardan süzülerek inerken eski bir hikâye fısıldıyordu.
Her dalga, yüzyıllardır söylenen türküler gibi hüzünle çarpıyordu kayalara.
DersimliKiz, elinde eski bir defterle derenin kenarında oturmuştu. Defterin sayfaları sararmış, kenarları yıpranmıştı ama içinde sakladığı kelimeler, sanki hâlâ ilk günkü gibi canlıydı. O sayfalarda ne yalnızca şiirler vardı ne de sıradan cümleler… O defter, yüreğinin yükünü taşıyan en sadık dostuydu.
Bir sayfa açtı, ince kalemiyle şunları yazdı:
“Bir rüzgâr esse de getirse kokunu,
Bir kuş uçsa da gözlerime düşse yüzünü.
Bilmem, kavuşmak mı hayal,
Yoksa beklemek mi en büyük gerçek?”
Gözleri uzaklara dalmışken, derenin karşı kıyısında bir siluet belirdi. Genç bir adamdı bu. Omzunda eski bir bağlama, gözlerinde derin bir sessizlik vardı. Sanki sudan değil de zamanın içinden yürüyerek gelmiş gibiydi.
DersimliKiz, kalemi elinden düşürdü. Çünkü o an, kaderin sessizce yaklaştığını hissetti.
5.0
100% (1)