1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
183
Okunma
Bu kokuşmuş çağın yükü omuzlarımızda ağır; hislerimiz sıradanlaştı, maneviyatımız maddi dünyanın gölgesine dönüştü. Bu akışa uymayan ruhlar ise garipseniyor, yalnız bırakılıyor…
Sor hal-i perişanımı. Sayısız geceler geldim kapına; kaç kere meftun olarak…
Necip Fazıl ötelerden seslenmiş bize:
"Bu gidişle, utanmaktan utanan bir nesil gelecek."
"Hasta gönlüm çok zamandır iftirakından harab;
Olmadım bir lahza rahat, geçti devranım benim…"
Bir dervişe "Hâlin nicedir?" diye sormuşlar; yanıt vermiş:
"Kâinatı tanıdıkça hayretim,
İnsanları tanıdıkça korkum,
Kendimi tanıdıkça kaygım çoğalıyor."
Yol hazır; bize yolcu lazım. Müddesir Suresi’nde Rabbimiz buyuruyor:
"Ey örtüsüne bürünen, kalk ve uyar!" (Müddessir 1-2)
Her uyarıda insan, nefsini savunmaya geçti, benlik sıfatıyla… Oysa her sözde hikmeti aramalıydık:
"Ya Rabbi, nefsime bu sözleri duyurdun; benim bundan çıkarmam gereken dersler var."
Benlik sevdamızı bir kenara bırakıp sızlanmalıydık.
Kabil, Habil’e dönüp "Sen sen", nefsine dönüp "Ben ben" dedi ve helak oldu.
Biz de bu kıssadan ibret almalıyız: Nefsimizin yanlış yönlendirdiği öfke ve kıskançlığa kapılmadan, aklımız ve kalbimizle sorgulamalıyız.
Sahi, kimliğimiz bu kadar önemli miydi?
Cennette bile yasak olana el uzatan insanoğlu…
Bir an ciddiyetle bakalım şu yaşam ve içindeki ölüme…
Ya da ölümün içindeki yaşama…
Faniliğimizi hatırlayalım, fenalıklarımıza devam etmeyelim, her yanlıştan uyanalım…
Tıpkı ayette buyurulduğu gibi: "Kalk ve uyar."
Unutturma bize bu hadisi Ya Rabbi:
"İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona karşı rahatsızlık duysun."
Susmanın işlenen suça iştirak olduğunu bilecek kadar aklımızı başımıza alalım ve tebliğ edelim, son nefesimize kadar…
Çıkılan bu mübarek yolda
benliğimizi feda etmemiz isteniyor,
yolun sahibi tarafından.
Bağrımızda yangın çıkacak;
yol ortasında "su" diye feryad etmeyeceğiz.
Odun yanar, kül olur;
Adam yanar, kul olur.
Kulluk, yanmaktan geçer.
Yolun sonunda yağacak rahmet
bizi bekliyor olacak zaten…
Az sabır, az sabır…
Ahh, kulaklarımda çınlıyor Lev Enzelnaa ayeti:
"Eğer şu Kur’ân’ı bir dağ üzerine indirseydik,
o dağ Allah korkusundan alçalmış
ve paramparça olmuş görürdün!"
Dağlar un ufak olurken,
biz günde kaç kere parçalanıyoruz Allah korkusundan?
Kaç kere ufalanıyoruz,
kaç kere…?
Hani yüz kere Hakk’ı, haklı olanı anlatmaya gitmişti
Resûlullah (sav),
Ebu Cehil’in inadı ve kibriyle karşılaşmıştı.
O, Resûlullah’ı inkar etmiş,
öz ve öz yeğenini reddetmişti.
Neydi Ebu Cehil’in kendini üstün görme duygusu?
Oysa anlattıkları Resûl’ün çabasına fayda sağlayacak,
onun sonsuz ahireti içindi…
Görmedi, anlamadı ve kaybedenlerden oldu.
Cenâb-ı Allah uyardı:
"Resulum, sen tebliğ edensin;
hidayet verici biziz.
Tebliğini yap, gerisini bize bırak.
Yoksa kendini üzüntüden helak edeceksin."
Allah’ım, bizi tebliğ edenlerden,
nefsimize tebliğ edilince hidayet bulanlardan eyle…
Aslıma rücû niyetindeyim.
Gelin, yeniden uyanışa geçirelim ruhumuzu…
Rabbim, rahmetinden başka tesellimiz yok…
Evveline Hû, âhirine Hû, illâ Hû…
Aşk ile Hû…
Mevlam gani gani Hû…
5.0
100% (2)