Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Nu
Nuray Öngeç

RENKLERİN CİNSİYETİ VAR MI?

Yorum

RENKLERİN CİNSİYETİ VAR MI?

0

Yorum

4

Beğeni

0,0

Puan

129

Okunma

RENKLERİN CİNSİYETİ VAR MI?

RENKLERİN CİNSİYETİ VAR MI?

Bir çocuk dünyaya gözlerini açtığında, daha ilk nefesinde kaderine ya pembe ya da mavi seçilir… Beşiğin kenarına iliştirilen bir fiyonk, doğum kartına düşülen bir işaret, nüfus cüzdanında belirlenen de o renk… Sanki gökkuşağı ortadan ikiye bölünmüş, yarısı kızlara, yarısı erkeklere pay edilmiş gibi. Oysa tarihin aynası bambaşka bir manzara gösterir bize.

Bir zamanlar renkler tarafsızdı adeta sevgili okurlarım; ne kızın ne erkeğin özel mülkü değildi. Yüzyıllar boyunca bebekler beyaza bürünürdü. Beyaz saflığın simgesi olduğu kadar kolayca yıkanan, kaynatılıp arındırılan en pratik renkti. Hristiyanlıkta bebeklerin vaftiz elbiseleri beyaz olurdu. İslam’da bebeklerin giyecekleri renkte bir ayrım yoktu. Ama Osmanlı’da da bebeklere beyazlar giydirilirdi. Pembe ve mavi ise yalnızca kumaşçıların vitrininde parlayan zarif tonlardı, henüz toplumsal bir anlam yüklenmemişti.

1900’lerin başına gelindiğinde renkler yavaş yavaş cinsiyetle anılmaya başladı. Fakat bugünkü gibi değil: pembe, enerjisi ve canlılığıyla erkeklere; mavi ise dinginliği ve masumiyetiyle kızlara yakıştırılıyordu. Batı kültüründe bu tercihin köklerinde dini bir iz de vardı: Ortaçağ’dan itibaren ikonalarında Meryem Ana, mavi örtülere bürünmüş olarak resmedildi. Mavi, göğün ve saflığın rengi sayıldı. Bu yüzden uzun süre kız çocukları için mavi uygun görüldü.

Her şey II. Dünya Savaşı sonrasında değişti. Kapitalizmin yükselen dalgası, renklerin anlamını yeniden yazdı. Moda endüstrisi tüketimi artırmak için renkleri keskin biçimde cinsiyetlere paylaştırdı. Raflarda kızlar için pembe bebekler, erkekler için mavi arabalar belirdi. Reklamlar, kataloglar, vitrinler bu ayrımı sürekli pekiştirdi. Renkler artık yalnızca sembol değil, aynı zamanda pazarın dili olmuştu maalesef sevgili okurlarım…

Ama hikâye yalnızca renklerle sınırlı değildi. Avrupa’da yüzyıllar boyunca küçük çocuklar —cinsiyeti ne olursa olsun— uzun elbiseler giyerdi. Pantolon yalnızca yetişkin erkeklerin işaretiydi; bir oğlan çocuğu pantolon giydiğinde erkekliğe adım attığı kabul edilirdi. Kadınlar içinse elbise, zarafetin ve itaatin simgesi sayıldı; onların hareketini sınırlayan, onlara toplumsal bir rol biçen bir kıyafet oldu. Pantolon kadınlara çok geç geldi. Önce cesur öncüler sonra savaş yıllarında işgücüne katılan kadınlar… Pratikliğin gereği olarak pantolon, zamanla özgürlüğün bir simgesine dönüştü.

Türkiye’de de benzer bir yol izlendi. Kız çocukları elbiseyle, erkekler pantolonla büyütüldü. 1976’da nüfus cüzdanlarına pembe ve mavi renkler işlendiğinde, bu ayrım yalnızca kumaşta değil, kimliğin kendisinde mühürlenmiş oldu.

Ama unutmamız gerekir ki renklerin kendi başına bir cinsiyeti yoktur. Ne pembe yalnızca kadına ne mavi yalnızca erkeğe aittir. Ne elbise güçsüzlüğün ne pantolon gücün tek işaretidir. Bunların hepsi kültürün, toplumun ve piyasanın bize öğrettiği kalıplardır.

Oysa kız olmayı ya da erkek olmayı renklere bağlamak yerine, onları davranışlarla, hayata bakış açılarıyla değerlerle ilişkilendirmek gerekmez mi? Cesaret, incelik, merhamet, adalet… Bunlar bir rengin tekeline giremez. Çocukların ufkunu daraltmak yerine, onların yüreğini genişletmek, karakterlerini renklere değil, erdemlere yaslamak gerekir.

Belki de bugün yapmamız gereken, gökkuşağını yeniden bütün görmek. Çünkü her çocuk, hangi renge dokunursa dokunsun, aslında bütün renklere, bütün hayallere aittir. Yeter ki onları ruh, beden ve akıl sağlığı yerinde bireyler olarak yetiştirelim. Cinsel ve kişilik gelişmelerinin sağlıklı olmasına destek olalım. Maalesef bu günlerde özellikle bir plan dahilinde bazı güçler tarafından yapılmaya çalışılan cinsiyetsizlik ve 3. cinsiyet yönlendirmelerinden onları bilinçlendirerek ve ilgimizi esirgemeyerek korumalıyız. Sapkın yanlış her türlü yanlışlıktan çocuk ve gençlerimize sahip çıkmak biz yetişkinlerin, anne babaların, öğretmen, sivil toplum örgütlerinin, mahalli idarelerin ve devletin çok önemli görevi olduğunu hatırlatmak ve gereğinin yapılmasını istiyorum… Lütfen geleceğimize sahip çıkalım…

Sevgili okurlarım yazımı Alman edebiyatçı / filozof Goethe’nin sözüyle bitirmek istiyorum. Renkler üzerine düşünürken şöyle demişti: “Renkler, ışığın acıları ve sevinçleridir.”

Evet, renkler aslında yalnızca ışığın şarkısıdır; onları kadın ya da erkek yapan, bizim yüklediğimiz anlamlardır.

Nuray ÖNGEÇ

Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Renklerin cinsiyeti var mı? Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Renklerin cinsiyeti var mı? yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
RENKLERİN CİNSİYETİ VAR MI? yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL