Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
ipekyolu
ipekyolu

PROF.DR.NİHAT BOYDAŞ

Yorum

PROF.DR.NİHAT BOYDAŞ

2

Yorum

4

Beğeni

0,0

Puan

158

Okunma

PROF.DR.NİHAT BOYDAŞ

KAMBUR’UN OĞLU
Garibindir anı hoş tut efendim işte biz gittik
Gönül derler ser-i kuyunda bir divanemiz kaldı
(Prof. Dr. Nihat BOYDAŞ)
On beş - yirmi haneli ufak bir köyde ,(Yozgat Akdağmadeni) İnkışla’da arpalar ağarırken doğmuşum . Anam Meryem Gelin , Babam Kambur Reşit . Anam beni kundaklayıp yolma tarlasına götürmüş , yolma yığınının gölgesine yatırmış . Evde küçük çocuklara bakacak kimse olmadığı için beni belimden bir örme ile orta direğe bağlar , ağzıma da yalancı bir sormuk vererek , dışarı işlerini de görürmüş . Bacı dediğimiz Fındık halamın öksüz kızını büyük ağabeyim ile baş göz etmiş . Fakat ona hiçbir zaman gelin gözüyle bakmamış , kendi çocuklarından ileride tutmuş .
Büyüdükçe döğüş çekiş bilmeyen , akıllı uslu , nazlım , yumuşcul bir çocuk olmaya başladım . Köylük yerde çocukların ayakları toprağa değer değmez işlerin kulpundan tutarlar . Mal davar gütme , Bağ bahçe bostan bekleme , Tarlaya değirmene harmana azık götürme , düven sürme gibi kolay işleri hep çocuklar yaparlar . Ben de okullar kapanınca köyün danasını güderdim . Köyde fazla kalamadım . Ama o günlerin tadı damağımda kaldı . Yatalı okul sınavlarını kazanınca okula kayıt oldum . Fakat ne yalan söyleyeyim köy hayatını hiç unutamadım .
Mal gütme denince aklıma hep köyümüzün en yaşlı adamı Mevlüt Dede gelir . Çok yaşlı olmasına rağmen ebem , ebem diye ağlardı . Niçin ebem diye ağladığını sorunca ;
- Beni ebem büyüttü yavrum , anamı hiç bilmem derdi.
Dede Balkan Savaşlarında tabur imamıymış . Üç dört Padişah gördüğünü söyler ;
- Aha şu dereden akan su gibi kan aktığını bu gözler gördü yavrum der , 1948’de İsrail Devleti kurulunca Kıyamet Alameti olduğunu söyler ağlar gezermiş . Siz benim bu dediklerime bakmayın , büyüklerimizin söylediklerine göre Dedem Derin Hoca’ymış . İşte eski yazıyı okumasını ben (Osmanlıca) Mevlüt Dededen belledim .
Bizim evde Kuran-ı Kerim bir mevlit bir de son kısımları yırtık Kerem ile Aslı kitabı vardı . Ama Kerem ile Aslı kitabını bulda oku ! Köyün gençlerinin elinde gezerdi .

Mevlüt Dede’nin çocuğu yoktu . Karısı İpek Bibi tam manasıyla bir çadalozdu . İşin en acı , belki de en komik tarafı İpek Bibi’mde Kufuf-i Sitte (Altı kusur , altı kaf ) altısı da mevcuttu . Kara , Kuru , Kalın , Kısa , Kambur , Kalık . Böyle bir kadınla evlenmiş olmak vur Allah’ın vurduğuna uygun düşüyordu . Halbuki rivayet odur ki hoca kısmının karısı güzel olmalı , Kufuf-i Sitte den hiç birisi bulunmamalı . Mevlüt Dede doğuştan Kara yazğılıydı . Dedem’le öküz gütmeye giderdik . Dede köyün mezarlığına (ziyaret) yaklaşınca sırtında çal-geçer değneğini eline alır , mezarlığa doğru sallayarak başlardı şikayete ;
- Ben senin kulun , Resul ümmetin değil miyim ? Benim adım senin defterinde yok mu ? Yoksa sildin mi ? unuttun mu ? Ben senin Kanak Çukurunda fincan yüklü develerini mi ürküttüm ? Niye benim canımı almıyorsun ? Al gayrı emanetini , kurtar beni bu rezillikten her emrine kurban olduğum !
Bir ömür boyu ahaliye imamlık yapan , bu dini maarif sandığının çocuklar gibi öküz peşinde koşması , mal gütmesi zoruna gidiyor olmalıydı . Haksız da değildi hani . İpek bibimin çenesi de çekilecek gibi değildi . Dedeme ‘’Ya Rabbi cürm-i tahsil-i ilimden tevbeler olsun ! dedirtmişti herhalde . Sabrın sonu çoktan gelip geçmişti .
Bizim köyde ilkokul yoktu . Nida TÜFEKÇİ’nin babası Hamdi TÜFEKÇİ’nin doğrama işlerini yaptığı komşu köyün ilkokulunda okudum . Yalandan ne çıkar , Yazları yalın ayak , Kışları ham deriden çarıkla giderdim okula . Köşker Çarık güzeldi ama pahalıydı , herkes alıp ta giyemezdi . Babam okuma – yazma bilmezdi . Ama okuma yazmaya meraklıydı . Askerde adını yazmayı bellemişti . Eski yazı müfredatından (Osmanlıca) şın harfine kadar olan harfleri bilirdi . Okulu teftişe gelen Ahmet AKDAĞ ;
- Reşit bu oğlanı okut demiş.
Böylece bir sabah bizim yayladan Pazarören Köy Enstitüsü sınavlarına girmek için Akdağmadeni’ne gittik . Hiç unutmam çok bitli , pireli bir handa yattık . Ertesi gün sınava girdim . Bu sınavı kazandıktan sonra sözlü sınavlar için Pazarören Köy Enstitüsüne gittik . Sözlü sınavı sondan birinci olarak kazandım ama adı sonra Mimar Sinan İlköğretmen Okulu olan bu okulu ikinci olarak bitirdim (1960) .Okuduğum yıllarda okul müdürleri Bedrettin ALOGAN , Kazım ÖZSES , A.Hikmet PAR , Mustafa ŞEN idi . Hatırladığım hocalarımın bazıları Rasim ALTINTAŞ , Hacı Küçük KARACA , Necati CEBE , Sait Güngör ELGİN , Mevlüt DİLSİZ , M.Emin ARISOY , Dursun HATİPOĞLU , Ahmet KAYALIDERE . Öğretmen okullarında yabancı dil dersi yoktu . Lise mezunu da sayılmıyorduk . Müzik hocası Ahmet KAYALIDERE ingilizce kursu açmıştı . Yabancı dil öğrenmeyi çok istiyordum hemen gittim ama hoca param olmadığı için kursa almadı . Son harfleri olmayan bir sözlükten manasını bilmediğim kelime ezberlemeye başladım . Yabancı dil merakımın altında Mevlüt Dede’nin Osmanlıca öğretmesinin payı olmalıydı . Öğretmen okulunu dereceyle bitirince Nacar marka bir kol saati hediye ettiler . Her zaman her yerde güleryüzlü , mütevazi , insana huzur ve güven veren S.Güngör ERGİN hocam Osmanlıca çalıştığımı görünce ;
- Nihat Osmanlıcayı bana da öğret ! diyerek gururumu kendime güvenimi arttırdı . Yüce tanrım böyle güzel insanları Arafta bırakmaz inşallah ! Yoksa ben de ;
Kesmeseydi dilimi hançer-i layüsele
İtiraz ederdim haşa Hz. Allaha bile !
derdim .
Yaz tatillerinde köye gelince , Kadı – kaymakamla oturup kalkmak , dil kırmadan konuşmak , şapka giymek , ağır oturup batman kalkmak tavsiyeleri yüzünden çocukluğumu doya doya yaşayamadım , erken büyüdüm !
Öğretmen okullarını dereceyle bitirenler istedikleri üç ilden birine atanıyorlardı . Ben sırasıyla İstanbul , İzmir , Mardin’i seçtim . Mardin’e verdiler . Çünkü Arapça öğrenmek istiyordum.
Benzemez kimse sana
Tavrına hayran olayım
Mardin de bir yıl görev yaptıktan sonra G.E.E Resim Bölümü sınavlarını kazandım . Üç yıl sonra mezun olunca Sanat Tarihi Hocam Nurettin Can GÜLEKLİ ; - Ulan Allahsız bir lise diploması alda gel dedi .
Hoca bende doktora yapacak yetenek ve kapasite görmüş olacaktı . Bitlis Lisesine tayin olunca hocamın söylediklerini unuttum . Bu lisede spor , yabancı dil , müzik derslerinde çok faal oldum . İlk işim kendime bir ud almak oldu . İki öğretmen , bir banka müdürü , iki doktor , bir hakim ingilizce kursu açtık . Bir iki ay sonra kurs bana ve Barış Gönüllüsü ingilizce hocası M.F. CROWLEY’e kaldı . Yabancı dil merakımın müdür olmamda çok faydasını gördüm .
Kurs arkadaşlarımdan Dr. Mehmet İLKER , Dr. Rıfat ARIKAN , Hakim Okyay YİĞİTBAŞIN adlarını zikretmeden geçemiyorum .
Kıbrıs Barış Harekatı günlerinde askerdim . Askerlik sonrası Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’ne tayin oldum . Anadolu Lisesi seçkin bir okuldu , Müzik ve Yabancı Dil çalışmalarım devam etti . Ruşen Ferit KAM’ın öğrencisi Dr. Nazmi ÖZALP , İbnül Emin M.K. İNAL’ın Dar-ul Kemal geleneğini devam ettirmeye çalışıyordu . Müzik çalışmalarımıza Züftü BARDAKOĞLU (1903-1998) Arif BİÇER , Nezahat SOYSEV , Çinuçen TANRIKORUR ve daha başkaları da katılıyordu . Artık bir Ud’i idim . Notaya ve icraya hakimdim . Bugünlerde ney sazını tanıdım . Çok sevdim fakat geç kalmıştım . Bu okulda görev yaparken lisans , master ve doktora çalışmalarımı bitirdim . Danışmanım Prof.Dr. Haluk KARAMAĞARALI , Prof.Dr. Beyhan KARAMAĞARILI idi. Doktora jürimde görev alan Prof.Dr. M. HATİPOĞLU , Prof.Dr. Mücteba UĞUR , Prof.Dr.H.G YURTAYDIN’ı minnet ve şükranla rahmetle anıyorum.

Prof.Dr Mücteba UĞUR ‘’bizler hocaların çantasını taşıyarak , notlarını çoğaltarak hoca olduk. Siz ilkokul öğretmenliğinden geliyorsunuz! ’’ demişti.
Haluk Hocam tırnaklarımla kayaları tırmanarak huzuruna geldiğimi söylemiş çaba ve gayretimi takdir etmişti. Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn , Ahlat Mezar Taşları bu güzel insanların eserleridir. Haluk Hocam aslen Yozgatlıydı . Adının Yozgat Belediyesi tarafından bir caddeye verildiğini Gazi Hastanesinde yatarken öğrendi . Bu olayın gerçekleşmesinde herkesten çok payım olduğu için mutluyum . Çünkü bu dünyada zerre kadar itibarım ve iştiharım varsa onu Haluk Hocama borçluyum . (1923-2009)

Dünya Bankası’nın Mali desteği ile program geliştirme faaliyetleri YÖK tarafından yürütülüyordu , ben de bu faaliyete katıldım . Dört resim , dört müzik eğitimcisi Amerika’ya gittik. Bu arkadaşların içinde dil bilen yoktu ! Resim eğitimciler hemen Resim Sergisi açmak istediler ! İsteklerini meslektaşım Mary’e söyledim güldü ;

-Nihat senin bu arkadaşların Türkiye’ye dönüşte Amerika’da resim sergisi açtık diyecekler . Öğrencilerinizin resimlerini getirseydiniz hemen açardım .Sizin öğrencileriniz çok yetenekli siz büyük bir kültürden geliyorsunuz . Ama çalışmalarınızın hepsi batı taklidi !
İbn-ül Emin (1871 – 1957 ) büyüğümüzün meşhur sözünü hatırladım .
-Onlar bilinmek için çalışırlar !
-Ben ise bilmek için okurum
Amerikada sanat eğitimciler , sanat eğitimini dört temel disipline dayandırıyorlar ;
-Atelye
-Eleştiri
-Estetik
-Sanat Tarihi

Bu disiplinler eşit olarak verilecek döünüşte böyle programlar yaptık , uygulayamadık . Herkes atelye türküsü söylüyor . Yıllar önce ben Gazi de öğrenciyken iki atelye hocası vardı . R.EPİKMAN , A.TURANİ şimdi ondan fazla .O yıllarda atelye hocalarının derslerde öğrencilerle birlikte resim yaptıklarını hiç hatırlamıyorum . Galiba yasaktı ! Sanat eğitiminin başka boyutları da , mesela şiir düşünülebilir .
Kim sanattan söz ediyorsa , şiirden söz ediyor demektir . Çünkü
Bala rev olan mana-yı mücerrettir
Tasvir-i Mesiha nın büt hanede kalmıştır . Bir sanat eğitimcisinin şiir sanatına uzak kalması büyük bir eksikliktir . Emeklerimiz devletin harcadığı paralar boşa gitti . Resim bölümleri kendilerini sanatçı ilan eden , bilinmek için çalışan hocalar yüzünden özel atelye ! haline geldi . Yazık . ASU’da (Arizona State University ) bir gün yemeğe gittik . Servis yapan hanımın türk olduğunu söylediler . Karşısına geçip Muhammed Şehriyar’ın Heyder Babaya Selam şiirini okumaya başladım . (1906-1988)


Heyder Baba ıldırımlar çakanda
Seller sular şakkıldayıp akanda
Kızlar onu saf bağlayıp bakanda
Selam olsun şevkatize elize
Menim de bir adım gelsin dilize


Bayram yeli çardakları yıkanda
Navruz gülü kar çiçeği çıkanda
bulutlar köyneklerini sıkanda
Bizden de bir yad eyleyen sağ olsun
Derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun

Okumaya devam ettikçe bizim kız ne söyleyeceğini ne edeceğini şaşırdı . R.H KARAY’ın (1888 – 1969 ) Eskici hikayesini hatırladım . Gözlerim yaşardı . Bizim resimciler belki Şehriyarı , ve de şiirini duymuşlardı . E.Delacroix’in sanat tanımı hakkındaki sözünü kesinlikle duymamışlardı . (1798 – 1869 ) Bunu bilmek için okumak lazımdı !
Hayali Bey ( 1500-1557) , Aşık Veysel (1894-1973) şiirlerini birazda unutulmak korkusuyla yazmış olamazlar mı ? Hangi şairin , sanatçının eserlerinde tanatafobinin izleri yok ki ? Mesela Şeyhül islam Yahya (1561-1644 ) şu mısralarıyla hepimiz için biraz teselli olmuyor mu ?

Kim anar yoluna can verdiğini ey Yahya
Unuturlar seni biçare hemen ölmeye gör

Her insanın dilek ve korkularından acılarından parçalar taşıyan bu mağmum denemeye gene Aşık Veysel’in mısralarıyla son verelim ;

Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lal olsun dillerin söylersen yada
Garip bülbül gibi ahuzar etme

Sen petek misali Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben atamı , sen ustanı unutma
NOT
Babam kamburdu . Kamburluk onun kusuru değil gururu olmalıydı . Kayseri de asker ocağında bambu hastalığına yakalanmış sakat kalmış . Maaş bağlanmasını da istememiş . ‘’Atam Azerbeycan da şehit , yevmil mahşerde yüzüne bakamam’’ demiş . Muayene eden Tb.Yüzbaşı ile kucaklaşıp ağlamışlar .
*Uzun zaman her türlü işlerimi koşarak yapan yakın akrabam Özkan YILDIRIM’a teşekkür ederim .







Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Prof.dr.nihat boydaş Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Prof.dr.nihat boydaş yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
PROF.DR.NİHAT BOYDAŞ yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Ebuzer Ozkan
Ebuzer Ozkan, @ebuzerozkan
12.9.2025 19:16:52
Bu metin okurken insan ister istemez “Abi bu hikaye mi, yoksa bir köy sitcom’u ve akademik tarih belgeseli karışımı mı?” diye düşünüyor. 😄

En komik kısmı kesinlikle: “Ben ateşum sen de odun” yok, burası başka: Babam Kambur, anam Meryem Gelin, halam Fındık… ve herkes köyde birbirine takılmış, bir de üstüne Osmanlıca öğrenmiş, ud çalmış, Amerika’ya gitmiş, doktora yapmış! Yani bir yandan köy hayatı, bir yandan dünya turu… insan “abi bu kadar macera tek bir hayatta mı sığar?” diyor.

Ve tabii, Kambur Reşit’in bambu hastalığıyla askerlikte sakat kalması ama maaş istememesi… bir yandan dram, bir yandan da “abi sen bu kadar mı cesursun?” komedisi gibi. Tebrikler
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL