1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
297
Okunma

Nazê, taş evlerinin içinden elinde güğümleri ile çıktı. O sabah her zamankinden daha güzeldi. Saçlarını annesi örmüş, alnına kırmızı bir yazma bağlamıştı. Çeşmeye doğru yürürken komşu kadınlara selam verdi, onların gülüşmelerine mahcup bir tebessümle karşılık verdi.
Çeşmeye vardığında su berrak bir şekilde akıyordu, kuşlar cıvıldıyordu. Nazê eğildi, testisini doldururken yüzü suya yansıdı. İçinde bir gariplik vardı; sanki bu gün diğer günlerden farklı olacaktı. Tam o sırada uzaklardan at nalı sesi geldi. Ses yaklaştıkça Nazê’nin kalbi hızlandı. Çeşmenin karşısına bir delikanlı çıktı; yıpranmış ama temiz elbiseler, belinde hançer vardı. Atını biraz ötede durdurdu. Bu Rojhat’tı; karşı köyden, mertliğiyle tanınan bir delikanlı.
Rojhat suya eğildi, kana kana içtikten sonra başını kaldırdı. Nazê ile göz göze geldi. O an dünya sustu, rüzgâr durdu, kuşlar ötmeyi kesti.
— “Su soğukmuş,” dedi Rojhat, gülümseyerek.
Nazê gözlerini kaçırdı.
— “Çeşme başı her zaman soğuktur,” dedi alçak bir sesle.
Bu ilk karşılaşma, sanki yıllardır süren bir tanışlığın devamı gibiydi. O günden sonra Rojhat her fırsatta köyün yolunu tuttu. Geceleri ay ışığında bahçelere gizlice girdi. Nazê elinde bir kandil ile bahçeye çıktığında Rojhat elma ağacının gölgesinde onu bekliyordu.
Bir gece, yıldızlar Zagros’un zirvelerinde parıldarken, Rojhat Nazê’nin elini tuttu ve gözlerinin içine baktı:
— “Nazê… bir gün buradan gidip kendi evimizi kuracağız. Küçük bir bahçemiz olacak, sabahları senin yüzünü göreceğim, akşamları yanına döneceğim.”
Nazê gözlerini yere indirdi, hafifçe gülümsedi:
— “Rojhat… böyle hayaller kurmak bile içimi ısıtıyor… ama ailelerimiz, düşmanlarımız…”
Rojhat başını salladı, kararlılıkla:
— “Hiçbir dağ, hiçbir düşman bizi ayıramaz. Bir gün mutlaka birlikte olacağız. Çocuklarımız olacak, bahçemiz çiçeklerle dolacak… seninle birlikte yaşlanacağız.”
Nazê gözlerinden bir damla yaş süzüldü, ama bu kez korku değil, umut doluydu.
Fakat kader onların yanında değildi. Nazê’nin ailesi yıllardır süren kan davasını bitirmek için kızlarını düşman aileye vermeye karar verdi. Köyde günlerce bu konuşuldu. Nazê ağladı, yalvardı ama babasının sözü dağın kayası gibiydi, değişmedi.
— “Bu kan davası biterse köyümüzde artık silah sesi duyulmaz,” dedi babası. “Kardeşlerin ölmez.”
Nazê gözyaşları içinde sustu, çünkü direnirse kardeşlerinden biri vurulacaktı.
Düğün günü geldi. Davullar çalıyor, zurnalar yankılanıyordu. Köyde herkes bayramlık giymişti. Nazê’nin yüzü örtülü, elleri kınalanmıştı. Rojhat, dağın başına çıktı. Aşağıda konvoy ilerliyordu. Atının üstünde gözleri Nazê’yi aradı ve gördü. Yüzü örtülüydü ama Rojhat kalbinin sızısından onun ağladığını hissetti. Konvoy uzaklaşırken elleri titredi, dudaklarından tek bir cümle döküldü:
- “öldürdün beni naze öldürdün"- dedi.
Aylar geçti. Rojhat geceleri dağlara çıkıyor, yıldızlara bakıp Nazê’nin adını fısıldıyordu. Köyde ona neşe veren hiçbir şey kalmamıştı. En sonunda köyü terk etti, uzak diyarlara gitti. Ama kalbi hep Zagros’ta kaldı.
Bir gün bir handa otururken kapıdan memleketten bir adam girdi. Adamın yüzü solgundu, gözlerinde korku ve yorgunluk vardı.
Rojhat hemen yerinden kalktı.
— “Hemşerim! Söyle, köyde ne var ne yok?”
Adam önce sustu, dudakları titredi. Sonra ağır ağır konuştu:
— “Rojhat… iyi haber getirmedim. Nazê artık yok dedi.”
Rojhat’ın boğazı düğümlendi, bir an nefes alamadı.
— “Ne dedin sen?” dedi, sesi boğuk ve derinden geldi.
Adam gözlerini kaçırdı:
— “Düşmanlar… kan davalı oldukları aile. Nazê’ye gün yüzü göstermediler. Düğünden sonra çok eziyet ettiler. Günlerce işkence… sonunda… dayanamadı. Öldü Rojhat dedi.
Rojhat başını eğdi, elleri yumruk oldu. Sessizlik çöktü, sadece nefesi duyuluyordu. Sonra başını kaldırdı, gözleri alev alevdi.
Adam korktu geri çekildi, yüzü kireç gibi oldu:
— “Rojhat, yapma. Kan dökersen bu iş büyür. Askerler peşine düşer. Yaşamazsın" dedi.
Rojhat ağır adımlarla atının yanına gitti. Silahını aldı, tüfeğini omzuna astı.
O gece yola çıktı. Gecenin içinde bir gölge gibi kayboldu. Artık eski Rojhat yoktu; o sadece intikam için yaşayan bir ruh olmuştu.
Günlerce süren yolculuktan sonra bir gece yarısı köye girdi. Silah sesleri Zagros’un dağlarında yankılandı. Rojhat, Nazê’ye zulmedenleri tek tek buldu. Her kurşun, içinde yanan ateşi biraz daha söndürüyordu, ama gözlerinden yaş akıyordu. Sabah olduğunda köy her köşe başında dedikodu ve ağıt sesleriyle doluydu. Askerler çoktan peşine düşmüştü. Rojhat teslim olmadı. Zagros’un sarp kayalıklarına çıktı ve günlerce izini kaybettirdi.
Son kurşun sıkıldığında, dağın yamacında yere düştü. Kanı toprağa karıştı. Gökyüzüne baktı, Nazê’yi düşündü ve gözlerini sonsuzluğa kapattı.
Onu Nazê’nin yanına gömdüler. Kadınlar ağıtlar yaktı, davullar sustu. Mezar taşına kazınan sözler sessizce dağlara yayıldı ama o taş, sadece bir mezar değil, iki yüreğin sonsuz buluşması olmuştu.
...
Rüzgâr hâlâ dağlarda eski şarkısını söyler. Çiçekler açar, sular çağlar, Nazê ile Rojhat’ın sessiz aşkı, köyün kalbinde, her baharda yeniden yeşerir...
5.0
100% (1)