1
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
223
Okunma

Adını aydan alan kadın, kumsalın sonundaki taş eve her akşam adımlarını bırakırdı. Penceresi uçsuz maviliğe açılan, rüzgârın tuzlu nefesini içine çeken o evde, kendini hiçbir kelimenin tam kavrayamayacağı bir yalnızlığa bırakmıştı. Geceleri, camın ardından gökyüzüne bakarken, yüzüne dolanan ışık, sanki gökyüzünden dökülen gümüş bir tül gibiydi. İsmi gibi, varlığı da bir ay ışımasıydı. Teni eşsiz bir ipekti sanki, gözleri derin kuyulara düşmüş iki yıldız gibi parıldardı. Onu görenler, içlerinde bir gece vakti uyanıveren sessizliği hissederdi.
Deniz kıyısında yaşayan adam ise, kumsalın sabah ilk ışıklarıyla uyanan bekçisiydi. Elleri dalgaların aşındırdığı tahta bir sandala benziyor, yüzü ise sanki rüzgâr ve güneşin ortak bir oymasıydı. Her akşam, kumların üzerinde iz bırakan ayak sesleriyle taş eve doğru yürürken, içinde bir sızı uyanırdı. Çünkü orada, pencerenin arkasında, ayın yeryüzündeki tecessümü beklerdi onu. Ona bakmak, bir dua etmek gibiydi; sessiz, derin, içe işleyen. Ve o bakışlarda, kendi yüreğinin çırpınışını, denizin ay karşısındaki sonsuz çaresizliğine benzediğini fark etti.
Deniz, ayın çekimine nasıl boyun eğiyor, gelgitlerle inleyerek kıyıları öpüyor, sonra hüzünle geri çekiliyorsa , adam da her bakışında yüreğini o pencerenin önüne bırakıyor, sabaha karşı paramparça topluyordu. Ay olmasa, deniz ölü bir tuzlu su çölünden farksızdı. O kadın olmasa, adamın içindeki coşku, rüzgârsız bir yelkenlinin cansız bezine dönecekti. Her ikisi de varlıklarını, uzaktaki o ışığın kendilerine bahşettiği anlama borçluydu. Deniz, ayın gümüş izini sürerek sonsuz bir dansa kalkıyor, adam o kadının bakışlarındaki derinlikte kendi ruhunun kıyılarını keşfediyordu.
Bir gece, ay bulutların arkasına saklandı. Gökyüzü simsiyah bir kadife gibi gerildi. Deniz, karanlıkta kaybolmuş bir âşık gibi hırçınlaştı. Dalgalar kumsala öfkeyle vuruyor, köpükler artık beyaz güller değil, parçalanmış hayaller gibi dağılıyordu. Adam, penceredeki loş ışığa baktı. Perde kapalıydı. Ay ışığından mahrum kalan deniz nasıl karanlık ve tehditkâr olmuşsa, o ışıktan mahrum kalan adamın içi de öyle kasvetle doldu. Ayın yokluğu, denizin ne kadar bağımlı olduğunu gösterdi. O kadının bakışlarından mahrumiyet de, adamın kalbinde aynı dipsiz boşluğu açtı. İkisi de anladı ki, aşk, bazen sadece uzaktan bir ışığa bağımlı olmaktır. O ışık söndüğünde, koca bir evren karanlığa gömülür. Ama ay, her zaman geri dönerdi. Bulutlar dağılır, gümüş ışık yeniden sulara dokunur , deniz bu kavuşma anında derin bir nefes alırcasına kabarır, sular yatışır, köpükler yeniden neşeyle kıyıları yalardı. Adam da, perdeler aralandığında, o eşsiz ipek tenli kadını yeniden gördüğünde, içindeki fırtına dindi. Bir kez daha anladı: Tıpkı denizin ayın çekimine boyun eğişi gibi, onun kalbi de o kadının varlığının görünmez çekim alanına mahkûmdu. Bu mahkûmiyet acı vericiydi, ama aynı zamanda hayatına anlam katan tek şeydi. Ay olmasaydı deniz tatsız , tuzsuzdu. O kadın olmasaydı, adamın içi bomboş bir sahilden farksızdı.
Sonunda bir akşamüstü, güneş ufukta turuncu bir yara gibi kanarken, adını aydan alan kadın kumsala indi. Ayakları kumlara değdi, denizin usul usul öptüğü köpükler ayak bileklerini okşadı. Adam, uzaktan seyretti bu sahneyi. Deniz, ay ışığında parıldayan o varlığa doğru sessizce ilerledi, kıyıya vuran bir dalga gibi saygıyla ayaklarının dibinde durdu, sonra hüzünlü bir nefes çekip geri çekildi. O an, adamın içinde bir şey aydınlandı: Kendi aşkı da tıpkı denizin aşkı gibiydi. Kavuşmak değildi mesele; varlığına tanık olmak, o ışıktan beslenmek, uzaktan da olsa o güzelliğin çekim alanında var olabilmekti. Deniz aya kavuşamazdı, ama ayın ışığı olmadan yaşayamazdı. Adam da o kadına dokunamazdı belki, ama onun bakışları olmadan içindeki coşkuyu, hayatının anlamını asla bulamazdı.
Gece çöktüğünde, ay yeniden tahtına kuruldu. Deniz, gümüş izini takip ederek sonsuz dansına koyuldu. Adam, taş evin penceresindeki o solgun ışığa baktı. İçinde, denizin ay karşısındaki o kadim, hüzünlü, ama asla vazgeçmeyen aşkının aynısı kabardı. Ve anladı ki, bazen aşkın en saf hali, kavuşamamakta değil, uzaktaki o ışığa rağmen var olabilmekte, o çekime boyun eğip onunla birlikte hareket etmekte yatardı. Tıpkı denizin ayın emrinde sonsuza dek gelgitlerle inleyişi gibi.
Belki de kavuşamayacağını bile bile adını aydan alan kadının aldığı nefesti hayatının anlamı ...
Çağdaş DURMAZ