0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
225
Okunma
Popüler Kültürün Dayatması
Toplumumuzun giyim anlayışında son yıllarda yaşanan değişimi hepimiz görüyoruz. En seküler ülkelerde bile erkekler, kadınlar kadar kısa şortlarla, göbeği açık tişörtlerle dolaşmazken; kadınların “hava sıcaklığı” bahanesiyle açıklanamayacak derecede açıklığı, giderek olağan bir hale getirildi. Bu durum ne iklimle açıklanabilir ne de tesadüfle… Tam tersine, kültürel bir yönlendirme ve ideolojik bir dayatmanın sonucudur.
Batı toplumları bu süreci çoktan tüketti. Çıplaklık onlar için olağan, sıradan ve hatta pazarlama aracı. Bizde ise aynı süreç, popüler kültürün eliyle adım adım işletiliyor. Önce sanat adı altında heykel ve resimlerle hayatımıza giren çıplaklık, ardından sahne kıyafetleriyle normalleştirildi. Bugün ise sokaklarımız, kimi şehirlerde Avrupa’yı dahi geride bırakacak ölçüde bir açıklığa sahne oluyor.
Özgürlük adına yarı çıplak dolaşan kadınlar, aslında özgür değil; popüler kültürün kalıplarına teslim olmuş durumdalar. Gerçek özgürlük, bedeni teşhir etmekte değil; aklı, fikri ve iradeyi hür kılmaktadır. Oysa bugün ilericilik, düşüncede değil; daralan, kısalan kıyafetlerde ölçülür hale geldi. Bu, yalnızca bir moda değişimi değil; ahlakın temel taşlarını yerinden oynatan bir çözülmedir.
Üstelik çifte standart da cabası… Başörtülü bir kadına tahammül edemeyenler, bir rahibenin kıyafetine tek kelime etmez. İmam kıyafeti hedef olurken, papaz cübbesi doğal görülür. Demek ki mesele yalnızca kıyafet değildir; kökü daha derinlerde yatan kültürel ve ideolojik bir bakış açısıdır.
Örtünmenin asıl manası; insanın hem inancı hem de ahlakıyla bağ kurmasıdır. Ne var ki bugün, dini zayıflama ile ahlaki çözülme birlikte yaşanıyor. İnsanlar artık kıyafetlerini kendi değerleriyle değil, “el ne der” kaygısıyla veya popüler kültürün yönlendirmesiyle seçiyor.
Unutmayalım: Özgürlük, başkasının hayatına ve toplumsal düzene müdahale ettiği noktada biter. Toplumun ahlakını, nesillerin geleceğini ilgilendiren bir meselede “benim tercihim” demek yeterli değildir. Çünkü bireysel tercihler, toplumsal yapının kaderini belirler.
Bugün öyle bir noktadayız ki; çıplaklığa “ahlâksızlık” demek yobazlık sayılıyor. Oysa asıl yobazlık, kendi değerlerine, kültürüne ve tarihine yabancılaşmaktır. Ne acıdır ki ahlâksızlık alkışlanır, normal olan ise ayıplanır hale geldi.