0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
216
Okunma
Yaşadığımız memlekette yüzü gözü pek dışarıya dönük olmayan insanlar yaşardı.
Sevginin kâğıttan gemiler olduğunu bilirdik; yani uçmayı değil, yerlerde sürüklenen kuru gazelleri tanırdık.
Kısaca dile getirmek gerekirse, "kimin hatası kimin hatasını döver"mantığıyla herkesin gözleri birbirinin üzerindeydi. Hayallerimiz gibi dağınıklık ve temasızlık diz boyuydu.
Zara’nın düzlüğe dağılan pur taşından örülü evleri, kavak ağaçlarının arasından görünür; asıl önemlisi Kızılırmak geçerken, dağların ardındaki uçurumlar bir o kadar ürkütücü dururdu. Ve sanki o uçurumların sessizliği, insanı fenalığa çağıran bir bekleyiş gibiydi.
Gökyüzüne bakarken, hayallerimin bulutlar tarafından araklanıp ceplerine doldurularak çok uzaklara götürüldüğünü sanırdım.
Oysa hayallerim, beynimin tamamını ele geçirmişti;
bazen iyi bir dost, bazen de en acımasız düşmanım oluyorlardı.
Ve eğer bir gün gitmeye kalksalar,
ilk yapacağım şey yalnızlığımın kollarına asılıp,
“Gitme… beni bırakma.” demek olurdu.
Ah o ben, adı gibi gönlüne Aslı utanç duvarı, çıplak mevsimlerden; tıpkı payız gibi…
Çocukluğumun gölgesinde,on yedisi ya varım; yada yokum ve oğlan çocuklarının aceleci öpücükleriyle yüzüm, gözüm tanışmıştı. Yıldızlar bazen sakarca kayardı gökyüzünden; tıpkı o sakar sevişmeler gibi. Bir ağacın gölgesinde duyduğum gizli heyecan, içime işlenmiş ilk sırlarımdı.
Üniversiteyi kazandığımda, çocukluğumu doğduğum şehirde bırakıp yeni bir kente adım attım. Valizime sıkı sıkıya sarılmıştım; kıyafetlerim kaybolursa idare ederim ama içimdeki kayıpları günlere yaymak zor olacaktı. Yurt odasına girdiğimde hayatımın küçüldüğünü, ama yeni hayatımın büyüdüğünü hissettim. Sevinmiyordum, üzülmüyordum da. Sadece tarifsiz bir boşluk…
Harçlıklar yetmiyordu, baristalık yapmaya başladım. İlk kazandığım parayla vitrine asılı kırmızı bir şort etek aldım. Onu giydiğimde insanların bakışlarında yeniden var olmak istedim. O gece barın loş ışıklarına indim. Sigara ve alkol kokusu üzerime çökerken, kalabalık beni dansa sürükledi. Saatler geçiyor, yurda dönemeyeceğimi biliyordum.
Sabahın ilk ışıklarıyla kendimi bir duvara yaslanmış buldum. Bedenimde morluklar, gözlerimde sis… Kırmızı eteğim bacaklarımın çıplaklığını saklamıyordu artık. İçimdeki korku, yalnızlığın en keskin yüzüydü.
Gecelerim giderek daha karanlık oldu. Oda arkadaşlarımın rahatlığı, üniversitenin partileri, çıplaklığın sıradanlaşması… Ben de sürüklendim. İçimdeki arzuyu göğüs kalça şekillendiricilerle gizlemeye, dışarıya daha güçlü bir beden göstermeye başladım. Ama geceleri aynı düşle uyanıyordum: siyah elbiseli bir adam piyano çalıyor, serçeler alkışlıyor, ben kan kırmızısına dönüşüyordum.
Bir mesajla yeniden o bara çağrıldım. Siyah elbisemin altında kırmızı iç çamaşırım vardı; bedenim ateş gibi yanıyordu. Taksinin arka koltuğunda, varoluş hikâyemle ölüm ihtimali arasında sıkışıp kaldım. Çöplüğün pisliği, bıçağın soğukluğu, kırmızının uğultusu…
Ve ben, kayıp bir yıldız gibi, gökyüzünden düşüp orada kaldım.
5.0
100% (2)