4
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
391
Okunma

Bu bir denemedir. Deneme, hiçbir kurala (din, hukuk...) bağlı olmadan bir konunun serbestçe ve derinlemesine ele alındığı yazılardır.
Dinlerin üç temel ayağı vardır: ahlak, ibadet, siyaset. Kimi birini kimi ikisini öne çıkartabilir.
Ahlakı nasıl tanımlıyorsunuz? Daha doğrusu tanımınız var mı? Benim ahlak tanımım, dünya sahnesinde rol çalmamaktır. Sahne Tanrı tarafından kurulmuştur. Bitkiler, hayvanlar kendi rollerini oynar.
İnsanda ise mesele biraz daha karmaşık: Konuşmayı geliştiren insan, dilini kültür aktarımında kullanır. Rolünü oynarken, başkalarının oyununa da hükmetmeye yeltenir.
“Sapma” denilen şey çoğu kez sahneyi siyah beyaz görmekten kaynaklanır: yani doğanın çeşitliliğini unutup tek bir “doğru oyunculuk” var demek. Biri -ki ister peygamber diyelim, ister iktidar sahipleri- kendi doğalarına aykırı olanı yasaklar. Sahne oyununu kendi tekellerine almak isterler, bu da ahlak dediğimiz çatışmayı doğurur.
LGBT’nin sebebi nedir? Yaradılış mı, çevre mi, irade mi, hepsi mi? İnsan sahnede bir başlangıç rolüyle çıkar (yaradılış), ama oyunun içinde yeni yönelimler belirir (irade). Tânra (doğanın içkin zekâsı) da zaten sahneyi böyle kıvrımlarla süsler. LGBT’yi de sahnedeki bir rol çeşidi olarak görmek lazım. Bülent Ersoy ameliyatından sonra “Ben kadın olduğumu hissediyordum, önümde bir fazlalık vardı, aldırdım” demişti. “Özgürlük” kavramı burada devreye giriyor: Sen kendi repliğini söylemekte özgürsün, başkasının repliğini zorla değiştiriyorsan zulmedersin (Kenan Evren, sahnede ayakta şarkı söylemesini 8 yıl yasakladı).
“Cinsel sapma” dedikleri şey de aslında sapmadan çok, oyunun beklenmeyen doğaçlamasıdır. Tânra sahnede bazen mizah yapar, bazen ters takla atar. Doğa dediğimiz şey, tam da bu beklenmedik kıvrımlarla dolu değil mi? Hayvanlarda da görüyoruz: aynı cinse kur yapan muhabbet kuşlarım vardı, yanlış çiçeğe konan arıyı gördüm; bunlara ahlaksız demiyoruz. Yanlış çiçeğe konan insanı da, kendi cinsine kur yapanı da aynı gözle görmeliyiz. Burada Mevlana ile Şems’i de analım: Kendi sınırlarını dayatmaya çalışanlar, onların halvetini bugün bile eleştirmekteler: İster ki halvetleri bedensel olsun. Bunları “ahlak” terazisinde değil, “oyun” terazisinde tartmalıyız.
Tânra açısından bakıldığında cinsellik; bir güç, bir oyun, bir yaratma alanıdır. Özgürlük, sahnedeki çeşitliliğe yer bırakmaktır. Ahlak da burada devreye girer: başkasının rolünü gasp etmiyorsan, kendi doğaçlamanı oynayabilirsin. Kadın için de böyledir: Kendi bedenini, sevgisini, anneliğini özgürce yaşayabilmelidir. Çocuk için de böyledir: Büyüklerin cinsel tercihleriyle, hayalleriyle onu yönlendirmesi, rolünü çalması haksızlıktır.
Medeni nikâhı, miras nikâhı olarak görmek de yanlış değildir. Bir erkeğin erkekle, bir kadının kadınla miras nikâhı kıyması beni ilgilendirmez, başka deyişle rahatsız etmez. Şirket evliliklerinin etmediği gibi.
LGBT meselesi “normale karşı sapma” değil, “özgürlüğe karşı rol çalma” terazisinde tartılmalıdır. Çünkü Tânra, Tanrı’nın kurduğu sahnede tekdüze değil, çok sesli oyunlar kurar. Oyun ne kadar renkliyse, dünya da o kadar renkli olur.
Seddar İnce/ Mersin / 10.09.2025
5.0
100% (2)