2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
208
Okunma
Kavlağan Ağacı
Asırlık şehrin kalbinde, göğe uzanan dallarıyla kavlağan ağacı duruyordu. Bugün çınar diye bilinse de eskilerin dilinde adı hep kavlağandı. Onun gölgesinde serinleyen, kuş sesleriyle huzur bulan insanların şehriydi burası. Karşıda hâlâ mis gibi kokan Papaz’ın ekmek fırını vardı; ekmeğin buğusu, oradan geçen dalgın seyyahı aniden kendine getirir, az ötede saat kulesinden gelen tok sesler adımlarını bedestene yönlendirirdi.
Çekiç seslerinin yankılandığı semaver atölyelerinde ustalar alın teri döker, yassı semaverin bakırına can verirdi. Ama her vuruşta içten bir hüzün de saklıydı; çünkü usta, mesleğini devredecek bir çırak bulamamaktan yakınıyordu. Bedestende antikalar, eski bakırlar, göz kamaştıran eşyalar arasında dolaşan seyyah, tarihin içinde yürür gibi hissetti kendini.
Bir köşede Taşhan, eski adıyla At Hanı, misafirlerini anne şefkatiyle bağrına basıyordu. O sokaklarda Canikçi Mustafa’dan söz açılırdı hep; “Onun yaptığı canik gibisi olmazdı,” derlerdi, ardından eklerlerdi: “Tarif vermezdi.” Kahkahalar arasında Paçacı Burhan, Şah İsmail’in adı geçer, Churchill, Sony bayii Mazlum Başkan, Cavrelet ile tamirci Arap Hasan, Aksakal’ın ismi bile araya karışırdı o yılları yad ederken.
Vezirköprü insanı adlarıyla değil, lakaplarıyla anılırdı. Goril Mustafa, Artist Memed, Karadaşlar, Peynir yimezler, Hacı Arzular, Hacı İzzetler, Martinler… Liste uzar giderdi. En havalısı Artist Memed’ti; Sadri Alışık selamı verdi mi, şehirde Hacı Şükrülerin yazlık sinemasının ışığı yanardı sanki.
Arnavut kaldırımlı sokaklardan Tabakhane’ye inildiğinde, mahallenin ortasında bir değirmen taşı selam verirdi yolcuya. Çocuklar köprünün etrafında oyunlar oynar, taş evler sanki yılların tanıklığını suskun duvarlarında saklardı. Depremleri görmüş, yıkılmamış; gösterişten uzak, sabırla ayakta kalmışlardı.
Ve Çayırbaşı Hıdırlık Tepesi… Her Hıdırellez’de gençler orada toplanır, çayın suyunda oyunlar oynar, evliya mezarına taş yapıştırıp dilek tutar, ağaca renkli bezler bağlardı. Sonradan o mezarın bir Ermeni’ye ait olduğu anlaşılmıştı ama o yıllarda dertler küçük, umutlar büyüktü.
Kunduz ormanlarında yapılan piknikler ise dillere destandı. Katık börekleri, su börekleri, baklalı dolmalar, haşhaşlı çörekler… Hepsi semaver çayının yanında bir çırpıda tükenirdi. Hanımlar hamam sefalarında şarkılar, türküler söyler, kahkahaları kubbelerden taşardı. Ardından Çamlık parkında çay keyfi yerini aldı.
Zaman değişti. Şimdilerde işsizlik ve göç, şehrin gençlerini uzaklara savurdu. Ama Kavlağan ağacı hâlâ aynı yerde, gövdesinde yüz yıllık sırları saklıyor. Kuşlar hâlâ dallarında şarkı söylüyor. Belki de şehrin hafızası, tam da o gölgenin altında yaşamaya devam ediyor.
5.0
100% (4)