1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
273
Okunma
Yaz tatilinin ilk iki günü evdeki işlerini tamamlamıştı. Bu köye tayini çıktığında bayağı üzülmüştü. Ama öğretmen olarak atandığı köyü görünce, beni cennete göndermişler diye içinden geçirmişti. Küre dağlarına yakın büyük bir köydü. Okulda İki öğretmen olmuşlardı. Toplam altmışa yakın öğrenci vardı. Çocukluğu büyük şehirde geçmişti. Doğaya tutkusu öğretmen olan babasının Kaz dağlarındaki bir köydeki öğretmenlik anılarını zevkle anlatması ile ruhunda yer bulmuştu. Okumayı sevdiği doğayla ilgili romanlarla aşka dönmüştü. Burası da yeşillikler içinde ormanlık, dereleri yaz kış gürül gürül akan doğa harikası bir yerdi. Anne ve babasını kısa aralıklarla üniversitede iken kaybetmişti. Ablası da daha önce evlenip eşiyle başka şehire yerleşmişlerdi. İstanbul’da kalmasına sebepte kalmamıştı.
Öğle yemeğinden sonra köyün muhtarıyla çevreyi dolaşıp, derede balık tutacaklardı. İyi anlaşıyorlardı. Muhtar genç biriydi. İki çocuğu onun öğrencisiydi. Okuyamadığı için üzülen, öğretmenlere saygılı bir gençti.
Köyden geçen dere kenarından yürümeye başladılar. Kıvrım kıvrım dere suyu tertemizdi, akan su tatlı bir şırıltıyla huzur vermekteydi. Bazı yerlerde salkım söğüt dalları dereye sarkıp bu temiz suyu öpmekteydi. Dallarda oynaşan sincaplar eğilip, su kaplumbağaları başını kaldırıp sanki hoş geldiniz demekteydiler.
Küçük bir şelale ve önünde büyük havuzun olduğu bir düzlüğe geldiklerinde muhtara dönüp;
-Burası harika muhtar ne kadar güzel bir yer.
-Buraya çavlan gölü deriz. Bak şu masalı oturma yerleri benim çocukluğumdan beri var. Arada tamir ederim çürüyenleri, her baharda burada şenlik yaparız. Yazın evde canı sıkılan buraya koşar. Gölette yüzer serinler, yani bizim piknik alanımız, yüzme havuzumuz.
Masanın birine oturdular, muhtar getirdiği sepetini açtı. İçinden peynir zeytin, domates, salatalık, biber, pişmiş köfte, ekmek, ayran çıkardı.
-Muhtar ne buldunsa getirmişsin bana bir şey aldırmadın hakkını helal et. Bir daha ki sefere benden tamam mı?
-Murat öğretmen nasılsa çok daha geleceğiz. Ta ki tayin olup sen gidene kadar.
-Muhtar daha yeni geldim. Çabuk bıktın benden galiba!
-Yok be öğretmen, ilk defa okula gelen birini kardeşim kadar sevdim. Hep burada kalsan birlikte dost olarak yaşlansak ne çok sevinirdim. Ben bir yere gidemem, sende evlenip barklanıp inşallah burada emekli olursun. Neyse bak bu serpme ağ ile asıl yemeğimiz balık ızgara için dört adet balık yakalayacağım. Çok balık var hemen yakalarım bize dört yeter. Yakalamazsak köfte yedekte. Sen ocakta odunları yak, köz olsun.
Muhtar gölet e doğru giderken iniltiye benzer bir ses duyuldu.
-Öğretmenim duydun mu? Biri inliyor.
Sesin geldiği yöne yürüdüler. Çalıların arasında bir kıpırtı oldu. Yaklaşınca bir köpek yerde yatmakta, yanında bir yavru inler gibi ses çıkarmaktaydı. Yavru onları görünce vahşice ama cılız bir hırlamaya benzer bir ses çıkardı.
-Bu dişi kangal ölmüş muhtar. En az bir gün önce olmalı.
-Yaraları bayağı çok. Bu kurtlarla savaşmış. Belki diğer yavrularını kapıp götürmüşler. Bir bunu kurtarabilmiş ama daha fazla dayanamamış. Yazık! Çevreye bakalım belki başka saklanan yavru vardır.
Çevrede başka yavru yoktu. Köpeğin yanına geldiler. Yavru annesinin yanında arada kaçamak bakışlar fırlatıp onları izliyordu. Muhtar eline naylon poşet geçirip anneyi bacağından tutmaya çalışınca yavru müdafa için saldırıya geçti. Artık annesini savunması gerektiği bilinci ve genlerindeki korumacı duygu devreye girmişti. Sıra ondaydı annesini korumalıydı. Her saldırısı sonucu dönüp şefkatle annesine bakmakta ondan bir aferin almış gibi başarısına kuyruk sallamaktaydı. Ama bakışlarında korkunç bir acının hüznü hissediliyordu. Belki yetimliğinin yalnızlığının, gelecek belirsizliğinin hüznüydü. Sadece buna rağmen savaşması annesini koruması gerekliliği duygusundaydı. Bugün artık büyümüş hayatla savaşı başlamıştı.
-Muhtar bu insanlarla haşır neşir olmamış henüz vahşi, ne yapacağız.
Tabağa biraz su koydular. Yavru şüpheyle suya baktı, sonra annesine dönüp baktı. Yavaşça yaklaşıp sudan aceleyle çabuk çabuk içip yerine döndü. Sanki annesi ruhuna git iç demişti. Murat böyle düşündü birden. Yavru biraz sonra tekrar suya döndü ve içmeye başladı. Ama şimdi yavaş yavaş içiyordu ve arada onlara bakıyordu. Gözlerinde yine hüzün vardı, sanki korkusu ve hırçınlığı biraz azalmıştı. Muhtar bir tabağa köftelerden birini ufalayıp biraz daha uzağa koydu. Yavru şimdi biraz daha telaşsız tabağa yanaşıp iştahla yemeye başladı. Size güveniyorum der gibi yiyordu. Bitince onlara doymadım der gibi baktı. Muhtar tabağı biraz daha öteye çekip bir köfte daha ufaladı. Çekinmeden yaklaşıp yemeye başladı.
-Murat sen eline bir köfte al bitirince uzatıp ilgisini çek, ben arkası dönükken anneyi alıp uzağa götürüp, sakladığım kürekle gömeceğim.
Murat eline köfte aldı beklemeye başladı. Muhtar anneyi alıp oldukça uzağa götürdü. Yavru yemeği bitirince yeni köfteyi Murat yavrunun başının yanında ufalamaya başladı. Artık eli ona değiyordu. Bitince başını okşamasına aldırmadan yemeye devam etti. Başının okşanmasına müsaade etmesi duyduğu şükranın veya teslimiyetin sonucu muydu bilinmezdi. Belki de genlerindeki evcilleşmenin kodlanmasının sonucuydu. Birden aklına annesi geldi. Hızla oraya gitti. Annesini göremeyince biraz çevreye bakındı. Arada geri dönüp bakarak geri geldi. Annesinin onu emanet ettiği duygusuna kapılmıştı belki de! Murat başını bir müddet daha şefkatle okşadı. Kucağına alıp bıraktı, ses çıkarmadı. Onun dostluğunu kabul etmişti. Muhtar geri dönünce ona havladı ve dönüp Murat’a baktı. Artık birlikteyiz der gibiydi. Muhtarı tanıyınca ona da kuyruk salladı, bizdenmiş tavrıyla!
Lojman Muhtarın eviyle okul arasındaydı. Lojman yanında ona bir kulübe yaptılar. Köpeğe Savaşçı adını vermişlerdi. Erken hayata atılmanın verdiği bir bilgelik yerleşmişti yüzüne. Muhtarla Murat bahçede otururken ikisinin arasına geçip oturmakta, bensiz olmaz der gibi her ikisine bakıp konuşmaları anlar gibi dinlemekte arada, bazı konuşmalara kızar gibi homurdanmaktaydı.
-Murat öğretmenim bu bizim konuşmalarımızı anlıyor. Birde konuşsa tamam olacak.
-Evet! benimde dikkatimi çekti. Gülersin diye söylemedim. Geçen gece camdan bakarken bu bölgeyi sahiplenmiş, belli aralıklarla her iki evi dolaşıp çevreyi denetliyor. Biz ona sahibiz sanıyoruz ama asıl o bizim sahibimiz.
İki yıl geçmişti. Savaşçı okulun bir çalışanı gibi görev yapmaktaydı. Öğrencilerin geliş gidişlerini denetlemekte, tüm öğrencileri tanımaktaydı. Teneffüste öğrenci ilişkilerini incelemekte ters bir dalaşmada hemen iri cüssesiyle araya girip olayı bitirmekteydi. Tüm öğrencilerin sevgisini kazanmıştı ve sorumluluklarını üstüne almış gibi davranmaktaydı. Dışardan biri bahçeye girse hemen çocukların önüne geçmekte geleni incelemekte okula kadar eşlik edip öğretmenlerin tanıdık tavrını görünce geri dönmekteydi. Hatta ders sırasında sınıftan yüksek ses gelse kapıyı açıp izleyip sorun yok deyip kapıyı örtmekteydi. Öğretmenler müfettiş geldi deyip tüm sınıf gülmekteydiler.
Yine tatil gelmişti. Bir sabah Savaşçı erken vakitte ulumaya başlamıştı. İlk bulduklarındaki gibi arada inlemekteydi. Koşarak okulun kapısına gidiyor dönüp Murat’ın kapısında uluyup inlemekteydi. Muhtar’da, Murat’ta dışarı çıktı. Ne oldu buna deyip birbirine sordular. Kapıyı açıp okulu incelediler, herhangi bir şey yoktu. Başını okşayıp sakinleştirdiler.
-Murat ilk defa böyle davrandı, mutlaka bir şey olmalı ama anlamadık.
-Haklısın. Hayırlısı!
Öğleye doğru postacı geldi. Murat öğretmen yazın var dedi ve bir zarf verdi. Zarf açılınca tayin yazısı geldiği görüldü. Muhtar birden Savaşçı’ya dönüp;
-Hissetmiş Murat bunu söylüyormuş sabah ondan inlemekte, ulumaktaymış. Annesi gibi şimdi seni kaybedince aynısını yaşadı yine.
-Evet. Hissetmiş!
Savaşçı her ikisinin arasında onları üzgün bir bakışla izlemekteydi. Birden muhtara bakıp homurdanarak sanki bir şeyler yap demekteydi.
-Merak etme yapacağım. Hem de hemen valiliğe gidip bunu mutlaka durduracağım. Sen bizim sahibimizsin, ama o da benim kardeşim bende onu bırakmam. Senin hislerin benimki ile aynı. Bırakmayız. Muhtar büyük bir uğraş verdi. Söz aldı.
Bir sabah Savaşçı neşe içinde bir onların yanına koşuyor bir okula koşup tekrar yanlarına geliyordu.
-Murat postacı birazdan gelir, yazın bugün gelir onun haberini veriyor.
Yolda postacı göründü. Her ikisi de kahkahalarla gülmeye başladılar.
Savaşçı aralarında yüzüne yayılan mutlu tebessümle iri cüssesine inat naif ruhuyla gururla oturup postacıya bakıyordu.
5.0
100% (2)