0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
131
Okunma

Rebiülevvel’in 12. Gecesi…
O gece fazladan bir kandil yanmıştı Abdullahın evinde. Öyle bir kandil yanmıştı ki, Yaradanın ilâhî kalemi, kara mürekkebini semânın atlasına yayarak, yıldızlara; "İnin ey yıldızlar! Amine’nin kucağına inin!" Emrini vermiş gibiydi…
İşte o an, âlemlerin mukadderatını değiştirecek bir doğuma, mukaddes bir sırrın aşikar oluşuna şahit olmuştu kâinat. İlâhî takdirin, ezelî kelâmın “Ol!” emriyle açtığı kapıdan, bir beşer görünümünde sonsuzluğun sultanı doğmuştu. Muhabbet menziline varmış, rahmet ete kemiğe bürünmüştü. Hak aşıklarının da dediği gibi;
"Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl"
Mevlid...
İnsanlığın, ilmin, ferasetin, vakarın, heybetin, yüce bir medeniyetin, hakiki bir inkılabın mevlidi... O gece, sadece bir doğum gecesi değil; bir diriliş destanıydı.
Ardı ardına mucizeler...
Bir yıldız doğmuştu evvela Mekkede. Yahudilerin çığlıkları inletiyordu Mekke sokaklarını; "Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi." Yıldızlar bile O’nun (sav) nurundan nasiplenmek için yere sarkmış gelişini kutluyordu.
Ardından Medâin şehrinde kopan gürültüler... Tam on dört burç çatırdayarak yerle yeksan olmuştu. Hikmeti ne idi on dördün? Kisrâ’da korku içinde merak etmişti olanları. Abdü’l-Mesîh isminde birisi; "Şam’da bir dayım var, İsmi Satîh. Hikmetini ancak o bilebilir." deyince Kisrâ’nın emriyle Şam’a vardı. Satîh, ölüm döşeğindeydi. Değil konuşmaya, ağzını oynatmaya bile mecali yoktu.
Ancak, Abdü’l-Mesîh olanları anlatınca, Satîh yeniden dirilmişcesine haykırdı:
"Ey Abdü’l-Mesîh! İlâhi vahyin okunması çoğalacak. Asâ’nın sahibi peygamber olarak gönderildi. Semâve Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü. Artık Şam da Şam değil, Satîh için. Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hâkim, böyle istedi ve gelen; peygamberle nebîlik ipinin iki ucunu düğümledi.
Burçlara gelirsek Sasanîlerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır."
Bu sözlerinden 67 yıl, on dört hükümdarın idaresinden sonra İran, İslâm topraklarına katıldı.
İstahrabat’ta da gece korku içinde geçiyordu. Bin senedir yanan kocaman ateş yığınları, kibrit çöpü gibi sönüvermişti. Mecûsiler bu ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi. Hak geldi, batıl zail oldu. Güneş doğdu, karanlık ateşleri söndü. Artık O’nun (sav) ateşi, O’nun (sav) nuru, O’nun (sav) meşalesi aydınlatacaktı yeryüzünü.
Peki ya Kureyşliler...
Bir korku da onları sarmıştı. Resûl-i Kibriyânın (sav) heybeti, daha doğar doğmaz yıkmıştı Kâbe’deki putları. Öyle bir azamet ki, yere mıhlanan putlar tek tek devrilmiş, O (sav); Tevhid inancının inşasına daha doğar doğmaz başlamıştı.
Ve Sâve gölü... Kupkuru bir sahraya dönmüştü o gece. Ardından Semave şehri sular altında kalmıştı. Çünkü artık yalnız Allah’ın izni olan şeyler takdis edilecekti. Uyanış başlayacak, ölü kalpler dirilecekti.
Uyanın!
Bu gece Mevlid Kandili’dir. Kandillerin titrek alevleri, O’nun (sav) nûruna öykünürken, bu gece evinizi kandillerle değil O’nun (sav) nuruyla aydınlatın!
Uyanın! Yüzyıllar öteden yükselen o ezelî davete kulak verin!
Uyanın! "Ben size rahmet olarak gönderildim.” diyen Rasûl’ün (sav) rahmet pınarından bir yudum da olsa içmeye gayret gösterin!
Uyanın! Bilin ki bu gece, insanlığın en derin uykularından uyandığı, karanlıkları yaran bir nûrun gecesidir. Zulmün çürümüş diyarına, sonsuz bir bahar getiren Nebî’nin (sav) gecesidir. O (sav), Rabbimizin “Habîbim” diye hitap ettiği tek kul; mahlûkatın, Yaradan’a açılan en sahih kapısıdır. O (sav); zamansız bir hakikat, ezelî bir şefkat, ilâhî bir davetin ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
Uyanın! Daha doğar doğmaz, mübârek başını secdeye koyarak “Ümmetî, Ümmetî” (Ümmetim, ümmetim) diyen Peygamberin, ümmeti olmanın ne büyük bir nimet olduğunu yeniden hatırlayın!
Uyanın ve Rabbimizin "Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin." emrini yerine getirin!
Es Salatu Vesselamu Aleyke Ya Rasulallah!
Esselatu vesselamu aleyke ya Habiballah!
Esselatu vessalamu aleyke ya Nure Arşillah!
Esselatu vesselamu aleyke ya Hayra Halgillah!
Essalatu vesselamu aleyke ya Seyyidel evveline vel ahirin!
Ey Rabbim!
Bizi Habîbinin (sav) izinde yürüyenlerden eyle. Kalplerimizi O’nun (sav) aşkıyla dirilt. Ellerimizi, ayaklarımızı, O’nun (sav) yoluna bağla. Nûrunu gönlümüzden eksiltme ki, nefsimize meydan kalmasın.
Amin...
Muhammed Yusuf Maral
5.0
100% (2)