1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
160
Okunma

EYLÜL’ÜN RÜZGÂRI
Eylül ayı şehre sessizce gelmişti. Sokaklarda sararmış yapraklar birer birer yere düşüyor, kaldırım taşlarını altın bir halı gibi kaplıyordu. İnsanlar aceleyle yürürken kimse dönüp de o yaprakların fısıltısını dinlemiyordu.
Bir kız vardı; adı Eylül’dü. Penceresinden dışarı bakıyor, düşen yaprakları izliyordu.
“Yapraklar burada,” dedi içinden,
“peki rüzgâr nerede?”
Tam o sırada hafif bir esinti perdeyi araladı, saçlarını okşadı. Eylül gülümsedi. Rüzgâr her yerdeydi aslında: dallarda sallanan son yaprakta, kaldırımlarda savrulan sessizlikte, kalbinin içinde bir yerlere dokunan o görünmez ellerde.
Yapraklar yerdeydi, evet. Ama rüzgâr, Eylül’ün yüreğinde esmeye devam ediyordu.
O an kalemine uzandı. İçindeki hüzünle dizeler döküldü:
Eylül
Hoş geldin yorgun kalbime Eylül,
Bir yaprak düşer, içim titrer.
Güneş çekilir, gölgeler büyür,
Sonbahar gelir, sessizlik örter.
Rüzgâr, dallarda hüzün taşır,
Kuşlar göç eder uzak diyarlara.
Her esişinde bir veda saklı,
Her bakışında hatıra yarama.
Eylül, gözlerin sarı bir deniz,
Küllenen aşklara perde olur.
Kalbimde kalan son kıvılcım,
Seninle yanar, seninle solur...
Şiiri bitirdi. Kalemin ucunda biriken sözcüklerle birlikte gözlerinde de yağmur gibi yaşlar belirdi.
Derin bir sessizlik çöktü içine. Düşündü:
Ayrılıklar hep sonbaharda olurdu,
Kavuşmalar ise baharın ilk ışıklarında.
Meltem Mesture Güven
5.0
100% (2)