2
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
178
Okunma
Bu günde pazar ...
Bugünlerden gerçek anlamına yakışan gün: pazar.
Yarı uykulu yatağımın içinde, kendimi bizim kızılırmak kenarında taş sektirirken görür gibi oldum. İnsan hiç yatağında taş sektirir mi? Ama işte ben, yatağın kenarında bacağıma giren o ağır krampla bunu düşündüm. Birden geri çekildim ve acıyla irkildim. Kendi kendime, yaşlı teyzeler gibi, “bak, nazara geldin” dedim. Meğer fazla görünür olmak da nazara gelmekmiş; az paylaşmak, az göz önünde olmak lazımmış. Ayağımın sancısını hafifletmek için, içimden böyle taşlamalar yaptım kendime.
Şu güne kadar eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, benim gibi birçok arkadaşım da sosyal medyanın sanatsal yanını, yaratıcı tarafını düşünüyordur. Benim için paylaşımlar yalnızca birkaç fotoğraf ya da satır değil; bir bütün olarak kendimden bir iz bırakmak. Zamanla öyle bir noktaya geldim ki, yazılarım ve görsellerimle tanınır oldum. Bir gün ortadan kaybolsam, hemen “hastalandı mı, başına bir şey mi geldi?” diye düşünenler oluyor. Telefonum susmuyor, özel mesajların ardı arkası kesilmiyor. Bu yoğun ilgi, aslında insanın çevresinde bıraktığı izlenimin ne kadar güçlü olabileceğini de gösteriyor.
Zaman zaman şair dostlarla Bakırköy’de buluşuruz. Havuz başındaki çınar ağaçlarının gölgesine sığınır, yarı açık işletmenin masalarında edebiyatın sıcaklığını paylaşırız. Dün yine öyleydi. Bakırköy Meydan her zamanki gibi insan güzelliğiyle dolup taşırken...Mavi semalarında ise Türk bayrakları, ılık ılık esen rüzgârla dalgalanıyor, ortama ayrı bir renk katıyordu. Kaffelerin bahçe ve kapalı kısımlar tıklım tıklımdı; herkes kendi masasında hararetli sohbetler içindeydi. Biz de fazla vakit kaybetmeden havuz başına geçtik. Biraz ayakta bekledikten sonra ana caddeye yakın bir masada yer bulabildik.
Çevremde yankılanan sesler kulaklarıma çarptı:
“30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanmalı mı?” diye soruyorlardı.
Atatürk hakkında akla ziyan yorumlar yapılıyordu. Biri halkın mücadelesini küçümsüyor, diğeri “ben olsaydım başka türlü yapardım” havasına giriyordu. Oysa tarih, böylesine keyfî yorumların değil, tarafsız okumaların meselesidir. Atatürk’ün yerinde kim olursa olsun, aynı mücadeleyi verirdi; çünkü mesele bir kişinin değil, bir ulusun varlık-yokluk davasıydı. Böyle bir durumda kim hangi “alacağın” peşine düşebilir?
Bu tartışmalar bana, sokakta rastgele çekilmiş bir fotoğrafın arkasında gülümseyen yüzleri hatırlattı. İnsan o gülümsemenin nedenini bilemez: Kim ağlıyor, kim gülüyor, kim gerçekten sahici, kim sahte? İşte toplum da biraz böyle. Görünenin ardında görünmeyen, söylenenin ardında söylenmeyen var.
Masada en çok konuşanlar yine aşırı dindarlardı. Onların yanında, her rüzgâra göre yön değiştiren, mağduriyet üzerinden kendine alan açmaya çalışan Kürt arkadaşlarımız idi; . Daha dün mücadelenin rengi siyahtı, bugün beyaz. Dün ayrılıkçı bir dilden söz ediliyordu, bugüne demokrasi vurgusu yapılıyordu. Bu tutarsızlıklar içinde insan, hakikatin sesini bulamıyor. İçim sıkıldı,sohbetin devamının iç boşa doğru gidiyordu.. Nazikçe izin isteyip oradan ayrıldım..
Bakırköy sahiline doğru yürüdüm. Her adım başı, kürtçe ezgiler karışıyordu havaya; öte yandan gençlerin halay sesleri denizle bütünleşiyordu. İşte orada düşündüm: Belki de en büyük özgürlük biz Kürtlerde. İş hayatında ülkenin hemen her alanında güçlü olanı, görürken .. Ama yine de sürekli bir hak talebi var. Neyin hakkı, doğrusu hâlâ anlamış değilim.
Bütün bunları düşünürken, aklım sosyal medyaya kaydı yine. Orası da bir tür sahne değil mi? Kimisi sahici gülüşlerle öne çıkıyor, kimisi abartılı paylaşımlarla. Eleştiriye tahammülü olmayanların nasıl pohpohlandığını, nasıl alkışlandığını görüyorum her gün. Siyaset desen, zaten dibe kazınmış. Herkes kendi yanlışının bedelini ödemek zorunda; bu bedel başkalarının sözüyle yürütülse bile gerçek değişmiyor.
En tehlikelisi ise ilmin ve bilimin hoyratça çarçur edilmesi. Hele ki aşırı inançlı bir pozisyona bürünen insanların, her şeye ölçüsüz karar verme hevesi… “Ben onu tanımıyorum, benim yaşamımı bozdu” diyerek hüküm vermek, geleceğe yapılacak en büyük kötülüktür. Oysa biraz düşünmek, biraz sorgulamak yeterli.
Geçenlerde yurt dışında yaşayan bir yakınımla küçük bir tartışma yaşadım. Ona, aslında kendiyle kavga ettiğini, geçmişte yaşadığı kafa karışıklığının ve yok sayılmışlık duygusunun onu bu hâle getirdiğini anlatmaya çalıştım. Fakat dinlemedi. Belki de ben onun hikâyesinde kahraman değil, yalnızca yan rol oyuncusuydum. Bu yüzden de benden uzak durmayı seçti.
Ama biliyorum ki, onun gibi yurt dışında düşünce dağınıklığı yaşayan binlercesi var. En büyük kanıtı da şu: Siyasette asla yan yana gelemeyecek insanlar, aynı hayali paylaşıyormuş gibi davranabiliyor. Kimi zaman aynı sofrada, kimi zaman aynı kürsüde buluşuyorlar. Ama gidişatlarının nereye varacağı, onların kendi sorumluluğu.
Ben ise bütün bunları yalnızca izliyorum. Kimi zaman yatağımda kramp giren bir bacakla, kimi zaman sahilde kürtçe ezgileri ve halayın aynı anda yankılandığı bir akşamda. Hayatın tam ortasında, ama bir o kadar da dışında.
“Pazar sabahlarının güzelliği, geçmişteki mücadelelerin bugüne bıraktığı haklarla uyanmaktır.”z.can
BEN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü ÇOK SEVİYORUM ...
zaralıcan
31-08-2025
ist
5.0
100% (2)