2
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
278
Okunma
Bu bir giriş cümlesidir. Çıkışına bakacağız.
...
- Bir varmış, aslında yoktur, tanımlamadan öteye geçemez. İnsanın uydurduğu sıfat daha doğru ifadeyle belirteçlerden biridir. Alanımızı duyularda değil de düşünce dediğimiz sofistike kelimelerle belli ederiz. İnsanın trajesedir her şeyi anladığını sanıp tanımlamak.
Mehmet sıkılarak sazı bir kenara bıraktı. Birasından kocaman bir yudum aldı, yudumun büyüklüğü boğazında belirir belirmez kendini akışa bırakıp kayboldu. Cemşit susmuştu. İçinden yine aynı şey oluyor, diye düşündü. Çıkmamalıydı sığınağından, yalnızlığını terk etmemeliydi. İnsanlar onu gülmek için çağırıyorlardı. Sinkaflı küfürler duymak, uçuk kaçık hikayeler dinlemek istiyorlar ondan. Sigarasından derin bir nefes çekti. Selim ile Osman’a baktı. Osmanlı sultanlarının arasında kalmıştı, dalkavukluk şarttı. Kısık bir kahkaha attı, kahkahanın önünde sonsuzluğu uzanır gibi sessizce ırlanan Akdeniz’e karıştığını sanmıştı. Selim ona dönerek;
- Ne oldu Cemşit abi? diye sordu.
Selim’in ay ışığında altın gibi parıldayan saçlarına anlık bir bakış attı.
- Saçlarından düşen un kurtlarını düşünüyordum, dedi.
Osman çocuksu bir ifadeyle;
- İşte başlıyoruz. Hadi be Cemşit abi. Şu kerhane hikayesini tekrar anlat.
Cemşit çürük dişerini göstererek güldü.
- Mehmet kısık sesle arada saz çalarsa olur. Bu motor müziksiz su kaynatıyor.
Mehmet şevkle sazı eline aldı.
- Ne vereyim abime? diye sordu.
Cemşit:
- Canın ne isterse! saz sesi beni mest ediyor.
Mehmet, Mihriban’ı yarım yamalak tırgırdatmaya başlayınca Cemşit kaçıncı defa anlattığını unuttuğu hikayeyi tekrar anlatmaya başladı.
- O sıralar 16 yaşına yeni tatmıştım. 16 yaşında olduğumu unutmayın hikaye için önemli bir ayrıtıdır. Çehov’un dediği gibi hikayede duvarda asılı bir tüfek yazmışsanız o muhakkak kullanılmalı, patlamalı yeri zamanında.
Selim:
- Dediklerinden bir şey anlamıyorum ama güzel anlatıyorsun abi.
Osman Selim’i susturarak;
- Dur, bir an önce konuya gelsin.
Cemşit gençlere bakarak gülümsedi.
- Hemen yat dedim, kevaşeye, dayanamayacağım. Tamam, tamam bu başka hikayeydi. Hayvan çiftliğini okuduğum yıllardı, nasıl da üremeye, sevişmeye odaklanmışız, bir bilseniz. İsyan başlattık. Neyse bu kısmın hikayede bir önemi yok. Çehov mezarında ters dönmüştür. Kurban bayramıydı. Kurban bayramı daha kıştan kurtulmamıştı, yazındı. Tüm çocuklar çiçek açmış gibiydi. Zaten tüm bayramlar çocuklar içindir. Bayramlaşma töreni bitince babam harçlığımı vermişti. Ama ben önünden gitmiyordum, kıpır kıpırdanıyor isteğimi bir türlü söyleyemiyordum. Babam bir hafta önce hacı murat almıştı. Onu alıp arkadaşlarıma hava atmak istiyordum. Arabanın ne plakası vardı, ne ruhsatı vardı. Daha işlemleri bitmemişti. O zamanlar bu gibi resmi işler uzun sürerdi. Hoş halen aynı. Babam güldü, ceketi işaret ederek "anahtar cebinde, ama köyden dışarı çıkmayacağınıza söz verin" dedi. Sevinçle çığlık atarak "söz söz," dedim. Güldü, anneme dönerek "bu çocuk başımıza çok iş açacak," dedi.
Tam o sırada mekanlarına bir Ali isimli bir misafir geldi. Mehmet sazdan parmaklarını çekti, otur işareti yaptı başıyla. Ali sessizce Osman’ın yanına çömeldi. Cemşit kaldığı yeri unutarak kalmadığı yerden devam etti.
- O zamanlar dostlarım olan, şimdi hiç umursamadığım, Derbeder’i, Yörük İbo’yu, Arap Kadir’i, buldum. Benim lakabım ise Saldalı idi. Çünkü Salda’dan göçmüştük adı bilinmeyen, hiç hatırlamak istemediğim o köye. Neyse, bir iki kasa bira aldık. O mutlu günlerde içki ucuzdu. Çocuğuz birinci kasanın sonunda kafalar bir hoş oldu. Kafası en hoş olan Arap Kadir’di, içince kendini kaybeden tiplerden. İçlerinde en çok onu severdim. Bir onu ara ara özlerim. Ne günlerdi be! İçimizde en kötümüz Derbeder’di. Her zaman bir şeyler ister, hemen ister, hemen hemen hiç bunun için uğraş vermezdi. Olsun dostumuz derdik o çocuk aklımızla. Dostunu satmayacaksın, böyle öğretmişlerdi bize. Seni kim satarı ise kimse anlatmamıştı, herkes sanki Mevlana ila Şemşi’nin dostluğunu yaşamış gibi kimleri sattığını gizliyordu çocuklardan. Oysa çok doğaldı yaşadıklarını anlatmak. Derin sulara girdim yine, ne anlatıyordum ben.
Diğerleri bir kahkaha attı. Selim atılarak;
- Hep böyle gece yarısı beni arar iki saat konuşur sonra da ben anlatıyordum, diye sorar.
Cemşit aldırmadan,;
- Hah, hatırladım. Dışarısı buz gibiydi. İki ayı çıktı karşımıza tak tak tak çakıyla delik deşik ettim. Arap Kadir’in içince kendini kaybettiğini bir yere not ettiniz mi? Tamam. Şerefsiz Derbeder arabayı bulunca azgınlığına gidermek için "Kerhanee gidelim" dedik. Olmaz demeye kalmadan herkes bana dönmüş, yalvaran gözlerle bana bakıyorladı. Babam sert kaşlarının imgesi "tamam" dememi engel olamadı. Yörük ibo sesi teke zortlaması oynamaya başladı. Keçilere kur yapar gibi oradan oraya zıplıyordu. Gençtik, aklımız fikrimiz kadınlardaydı. Gazinoya ayda yılda zorla girebiliyorduk. Neyse, Kaset çalarda Ferdi baba, son gaz ver eline kerhane. Arap Kadir bile ayılmıştı. Ama bir yandan da şişeleri deviriyordu. Yolu yarılamıştık ki Arap kadir "Saldalı hiç araba kullanmadım, ben kullanayım" dedi. "Olmaz," diye cevap verdim. "Yarın söz çayırda kullanırız beraber." Süs köpeği gibi kalın siyah saçları aşağı eğildi, kaşları düştü. Ha ağladı ağlayacak. Ağlardı da. İçinden geleni yaşardı o. Ama delirmesi pisti. Sakinleştiremezdik, muhakkak ya kendimizi karakolda bulurduk ya da birilerinden kaçarken. Dayanamadım arabayı sağa çektim. Geçti direksiyona. Yanda güç bela direksiyona müdahale ederek, el freni kullanarak sağ selim kerhanenin kapısının önüne vardık. Kerhanenin kapısı bahçe kapıları gibi uzun demirdendi. Elle açılıyordu. Bayram olunca dükkan sessizdi. Kapının önüne park etti Arap Kadir. Araba çalışıyor, vitesdeydi. Arap Kadir’in debrajdan ayağını çekeceğini anlayınca hızla kontağa kapatmak için anahtara uzandım. Evet, araba artık çalışmıyordu ama koca kapıda yerde upuzun yatıyordu. Bekçi -polislerin ataması o dönemler kerhanelere yapılmazdı- koşarak geldi. İçeriden yarı çıplak bir sürü kadın. Başlarında çaça dedikleri bir kocakarı. Bizimkiler arabanın içinde kıkırdıyorlardı. Ben ise hızlıca sonuca varmıştım. Ne ehliyet, ne ruhsat, ne plaka, ne sigorta falan gibi şeyler. Bekçi, Çaça’ya bakıyor. Çaça küfürler ediyorlar. Kadınlar gülüyor. Ortalık harman yerine dönmüştü. Hemen çaçanın yanına gittim. Çaça bekçiye polise ara ara diye baskı yapıyordu. Alttan alarak "Güzel ablam, tamam masraf neyse vereceğiz. 18 yaşında değiliz. Ailemizden habersiz geldik.". Çaça Nuh diyor, peygamber demiyordu. " Bu kapı böyle olur mu? Olmaz. Yol geçen hanı mı burası? Kapıyı yaptırın. Polisi ara sende yavşak, a.k.un götü ne işe yararsın ki, odana geç bize bak otuz bir çek dur. Bekçi ise yılları yalayıp yutmuş, bir sürü evrak işiyle uğraşmak istemiyor, kulubüsüne geçip uyuklamak istiyordu. "Ablacağım tamam, yaptırayım, eskisinden daha güzel olacak dedi. "Nasıl yaptıracaksın bayram gübü, açık dükkan mı vardır? Orospuysak geri zekalı mıyız? Bırakmam sizi? "Ablacağım kurban bayramı kafa ütüleyen demirciler vardır şehirde birini ikna edip getireceğim" dedi. Çaça yumaşadı biraz. Arkadaşları burada bırakacağımı, arabayla demirciyi alıp geleceğimi söyledim. Güç bela ikna ettim. Neyse demirciyi bulup kapıyı tamir ettik. Döndüğümde Arap Kadir kadınların arasında oturmuş kahkahalar atıyordu, hafif tombuldu. Kadınlar mıncıklayıp onu güldürüyordu, o da kahkahalar atıyordu. Demircinin parasını verip uğurladık. Hemen hemen tüm paramız gitmişti. Kaç para olduğunu sorduk hepimizden çıkan para bir kadına yetiyordu. Arap Kadir, illa ben gireceğim diye diretti. Herkes bana bakıyordu. O girsin, dedim. Başımıza bunca belaya açan adamı hayatının anını yaşattık. Çünkü içimizdeki en saf, temiz oydu.
not: (belki ileride üstünden bir daha geçerim, ama geçmem. unutur giderim. vakit geçsin yeter.)
5.0
100% (1)