2
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
184
Okunma
Dört artı bir evimizin içinde topu topu kızımla ben yaşıyoruz. Türk toplumunun klasik aile yapısına pek benzemiyoruz. Biz, çekirdekten de küçük bir çekirdek aileyiz. Her birimiz kendi odamızda kendimize ait küçük bir ev kurmuşuz adeta. Evin diğer alanları ise ihtiyaç duyulduğunda kullanılan geçici bölgeler: mutfağa yemek yemeye, balkona hava almaya gidilir, hepsi bu.
Evin temizliğiyle ilgilenen tek kişi benim. Bazen öyle bir temizlik moduna giriyorum ki, kendimi çöp öğütücü bir makine gibi hissediyorum. Evin dört köşesinde makineler dolaşır, kokulu deterjanlarla cilalanır her yüzey. İş öyle bir noktaya gelir ki beş katlı binanın merdivenlerini silerken bulurum kendimi, sonra da dışarı çıkıp kaldırımı süpürmüşüm, yıkamışım… Mahalleli temiz kadın görsün, egom da bayrak gibi dalgalansın istiyorum.
Gelelim kızım Zeynep Hanım’a. Üniversiteyi onur öğrencisi olarak bitirmiş bir Z kuşağı ferdi. Ama ev düzeni, temizlik filan hiç umurunda değil. Oturduğumuz semtte sürekli bir inşaat var. Toz, çimento, gürültü... Kapıları, pencereleri kapatsak da fayda etmiyor. Ev zaten otomatik kirleniyor.
Kızıma göre temizlik işi haftada bir kez yapılsa yeter. Ama ben öyle değilim tabii. Eli maşalı bir anneyim. Hemen Sivas şivemle gürlüyorum:
"Gı bir misafir kapıyı açar, ölür kalırık, el bize ne der?"
O da odasından gür sesiyle lafı yapıştırır:
"He he anne he... Sen ölürsen, millet gelip ‘bu kadının cam çerçevesini silip öyle ölmüş’ diyecekler, öyle mi?"
Her seferinde bu cevabı duyuyorum. Cevap vermemeye çalışıyorum, tartışmadan uzak duruyorum ama iç sesim boş durmuyor:
"Sen ölünce milletin toz alıp almayışına mı takılır?"
Haklıyım, ama hırsımı da alamıyorum. Bu kez başka bir yol deniyorum: Yattığı yerden kalkıp bana bir yorgunluk kahvesi yapsın istiyorum. Ama o kahveyi "Anne, ben sana pişireyim," diyerek yapsın, gönüllü olsun, hevesle yapsın…
Ama ben iş başa düşünce, savaş kazanmış asker gibi dimdik ayaktayım. Mutfağın ışıl ışıl oluşuna defalarca göz gezdiriyorum. Kahve makinesinde köpük köpük kahvemi beklerken dolaptan kuru yemiş, güllü lokum alıyorum. Birkaçını ağzıma atıyor, kalanını özenle lokumluğa diziyorum. Tepsimi adeta görücüye çıkmış kız gibi ağır adımlarla salona götürüyorum.
Kızım, odasından sesleniyor yine:
"Anne, evde kahve mi koktu sanki?"
Ben de kahvemi onun odasındaki sehpaya bırakıyorum, kendime bir kahve daha yapmak üzere mutfağa dönüyorum. Bu arada söyleniyorum:
"Hey babam hey! Ben senin yaşındayken…"
Evet… Ben onun yaşındayken, konu komşu beni hamarat bilsin, oğullarına alsın diye annemin taktiğini uyguluyordum. Sabah saat yedi, annemin vurdulu kırdılı sesiyle uyanır, kapının önünü süpürür, sonra tekrar yatağıma kıvrılırdım. Ama bilirdim: o kapı süpürülmeli, komşular görmeliydi.
Ben kızımın yaşındayken hayallerimi uzak ülkelerden toplar, kitaplardan öğrenirdim hayatı. Komşu kızlarıyla bahçe önlerinde konuşurken bilgelik taslardım. Ama bilirdim, köy kızlarının çoğu başka hayallere kapılırdı. Büyük şehirden ya da yurtdışından gelecek taliplerine cilalanır, kitap okumayı, birinin hayatına dokunmayı önemsemezlerdi.
Ben kızımın yaşındayken, annemin elli kiloluk hamurundan yufkaları minicik ellerimle açar, annem fırında pişirirdi. Köylük yerde ekmek satın alınmazdı, hor bakarlardı. O sofraya biri yalnız oturuyorsa, ben önüne mıh gibi çakılır, gönlünü yalnız bırakmazdım. Gönüllü ekmek açar, başkasının yükünü taşımayı bilirdim.
Ben kızımın yaşındayken hiç aşık olmamıştım. Kimseyi alımlı alımlı öpmemiştim. Sevsem de gizli sevmiş, kendime bile zor itiraf etmiştim.
Doğadaki her otun neye şifa olduğunu bilir, toplar, kurutur, turşusunu kurardım. Lahana, şeker kökü, (sılık.)..
Ve tabii… Annemin çocuk işçisiydim. O cenazeye, düğüne giderse, evi temizlemezsem saçlarımdan çalı süpürgesi yapacağı tehdidi kafamda asılı dururdu. Evi pis bırakmak, cesaret isterdi.
Ben kızımın yaşındayken, sadece kendi değil, başkalarının da hayatına karışırdım. Yeğenlere anne, komşu çocuklarına şekerci abla olmayı severdim.
27-08-2025
ist
zaralıcan
5.0
100% (2)