2
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
227
Okunma
Taş Avlunun İçinde Bir Aile
Doğu’nun taş evlerle örülü bir köyünde, yüksek dağların gölgesinde yaşayan bir aile vardı. Bu aile, sadece kan bağıyla birbirine bağlı değildi; aynı zamanda toprağın, taşın, suyun ve sözlü kültürün ruhuyla da örülmüştü.
Avlunun ortasında duran dut ağacı, bu ailenin sessiz hafızasıydı. İlkbaharda yapraklarıyla gölge olur, yazın dallarında çocukların kahkahasını taşır, sonbaharda yere düşen yapraklarıyla yaşlıların suskunluğunu örterdi. Kış geldiğinde ise köklerinde yakılan ateşin etrafında aile, birbirine daha çok sokulurdu.
Bu evde baba, dağın heybetini; anne ise toprağın sabrını taşırdı. Baba, sabahları erkenden kalkar, dağın yamaçlarına koyunlarını sürerken yüzüne değen rüzgârın diliyle konuşurdu. Anne, tandırın başında ekmek pişirirken sadece karnı doyurmaz, aynı zamanda evin ruhunu beslerdi. Onun yoğurduğu hamurun kokusu, çocuklara evin güvenini hissettirirdi.
Çocuklar avluda büyürdü. Büyükler arasında koşuştururken sadece oyun oynamaz; saygıyı, paylaşmayı ve büyüklere hürmeti öğrenirdi. Dedeler, dizlerinin dibinde dengbêjlerden duydukları hikâyeleri anlatır; nineler, ninnilerle dili ve kültürü çocukların yüreğine işlerdi. Her söz, kuşaktan kuşağa taşınan görünmez bir miras olurdu.
Düğünler bu aile için yalnızca iki insanın birleşmesi değildi; bütün köyün aynı halaya girmesi, aynı türküyü söylemesi demekti. Taziyeler ise tek bir evin değil, bütün köyün yas tutmasıydı. Bu ailenin acısı, çevresindeki herkesin acısı olur; bu ailenin sevinci, herkesin gülüşüne karışırdı.
Fakat zaman değişti. Çocuklardan bazıları büyük şehirlere göç etti. Anne, tandırın başında artık eksilen tabakları fark eder oldu. Baba, dağın yamacına çıktığında sürülerin azaldığını, sessizliklerin çoğaldığını hissetti. Ama her şeye rağmen, o taş avlunun ortasında duran dut ağacı hâlâ varlığını sürdürdü. Çünkü bu aile, köklerini kaybetse bile gövdesini korumayı bildi.
Bu ailenin hikâyesi, aslında sadece bir eve ait değildir. Doğu’nun taş evlerinde yaşayan, avlusunda dut ağacı olan, ekmeğini tandırda pişiren, acısını ve sevincini birlikte yaşayan bütün ailelerin hikâyesidir. Ve bu hikâye, kültürün en saf hâliyle ailede saklı olduğunu bize fısıldar.
5.0
100% (3)