1
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
252
Okunma
Köyün yamacında, dağların koynuna gizlenmiş küçük bir bağ evi vardı.
Yalnızca rüzgârın uğultusu ve uzaklardan gelen baykuş sesleri duyulurdu.
O akşam gökyüzü yıldızlarla doluydu; öyle berraktı ki, göğe bakınca insan kendini sonsuzluğun içinde kaybolmuş gibi hissederdi.
Hasan Dede, yılların yorgunluğu yüzüne çizgiler düşürmüş, sakalları aklara boyanmış, kalbi nur dolu bir adamdı.
Torunu Elif ise sekiz yaşında, meraklı gözlerle dünyaya bakan, saf kalpli bir çocuktu.
Odun sobasının çıtırtıları arasında yan yana oturuyorlardı.
Elif, yıldızları seyrederken sessizliği bozdu:
— “Dede, bu yıldızları kim bu kadar güzel dizmiş gökyüzüne? İnsan mı yapmış bunları?”
Hasan Dede gülümsedi, torununun başını okşadı:
— “Yavrum, bu yıldızlar, Allah’ın kudretinin işaretleridir. İnsan bir taş bile böyle göğe asamazken, Rabbimiz milyarlarca yıldızı bir tek emriyle yaratmış. Her biri, Allah’ın büyüklüğünü anlatan birer lamba.”
Elif düşünceli gözlerle göğe baktı:
— “Peki dede, biz de o yıldızlar gibi gökte parlayacak mıyız?”
Hasan Dede sobaya bir odun daha attı, alevler kıvılcım saçarken iç çekti:
— “Kızım, yıldız gibi parlamak için dünyadayken kalbimizi temiz tutmalıyız. Günahlar insanın ışığını söndürür, sevaplar ise parlatır. Rabbimiz bize vakit verdi ki, hatalarımızı düzeltelim, kalbimizi arındıralım.”
Elif merakla sordu:
— “Dede, günah ne demek? Sevap ne demek?”
Dede ellerini dizine koydu, gözleri uzaklara daldı:
— “Günah; Allah’ın istemediği, bizi O’ndan uzaklaştıran işlerdir. Yalan söylemek, haksızlık yapmak, kalp kırmak… Sevap ise; Allah’ın razı olduğu, bizi O’na yaklaştıran işlerdir. Doğru olmak, fakiri doyurmak, kalbi kırıkları onarmak. Yani yavrum, günah karanlıktır, sevap ise ışık.”
Elif, biraz utangaç bir sesle:
— “Ben bazen kardeşime kızıp bağırıyorum… Bu da günah mı?”
Hasan Dede tebessümle eğildi, torununun gözlerine baktı:
— “Evet kızım, bağırmak doğru değil. Ama sen hatanı fark edip özür dilersen, Allah bağışlar. İnsan hata yapar, çünkü kul kusurludur. Önemli olan hatada ısrar etmemek, vakit varken Rabbine dönmektir.”
Odun ateşi iyice harlandığında gökyüzü pencereden daha bir net görünüyordu.
Hasan Dede elini göğe kaldırdı:
— “Bak Elif, şu yıldızlara… Onlar milyarlarca yıldır yanıyor. Ama insanın ömrü çok kısa. Bizim yıldız gibi ışığımız, Rabbimize bağlı olduğumuz sürece parlayacak. Eğer Allah’ı unutursak, ışığımız söner.”
Elif derin bir nefes aldı, kucağındaki yün battaniyeyi sıktı:
— “Dede… Ben hiç sönmek istemiyorum. Hep ışığım olsun istiyorum.”
Hasan Dede’nin gözlerinden yaş süzüldü. Torununu bağrına bastı:
— “Işığın hiç sönmeyecek yavrum, yeter ki kalbini Allah’a bağla. Namazını kıl, yalan söyleme, kalp kırma. İyiliğinle yıldızları kıskandır. İşte o zaman, gökte parlayan bir yıldız gibi ahirette parlayacaksın.”
Gece ilerlerken, gökyüzü daha da aydınlandı.
Sanki yıldızlar bu sohbeti dinliyor, evrenin sessizliği onların sesine şahitlik ediyordu.
Elif başını dedesinin omzuna yasladı, gözleri dalıp giderken fısıldadı:
— “Dede… Allah ne kadar güzelmiş…”
Hasan Dede gülümseyerek secdeye kapandı, torununun ellerini de avuçlarına aldı.
İkisi birlikte dua ettiler:
— “Allah’ım, bizi günahlardan uzak, sevaplarla dolu bir yola ilet. Kalbimizi senin ışığınla parlat. Ahirette yüzümüzü ak eyle.”
O gece, bağ evinde sadece odun sobası değil, iki kalbin iman ateşi de yanıyordu.
Ve gökyüzünde parlayan yıldızlar, Hasan Dede ile Elif’in duasına şahitlik ediyordu.
By : Ask-i-Divane
5.0
100% (3)