0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
144
Okunma
Aklın Sınırında Varlığın Işığı: Hz. Muhammed’in Mucizeleri ve Pozitivist Felsefenin Yanılgısı
Yazar: Murat Kerem
Pozitivizm, 19. yüzyılda Auguste Comte tarafından sistematik hâle getirilen ve yalnızca gözlem, deney ve ölçülebilirliği esas alan bir bilgi anlayışıdır. Bu yaklaşım, metafizik, vahiy ve mucizeyi akıl ve bilimin dışında bırakarak tek boyutlu bir gerçeklik tasavvuru ortaya koyar. Oysa insanlık tarihi, özellikle de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) getirdiği vahyî hakikatler, aklı küçümsemeden ama onun sınırlarını da fark ederek insanı aşkın boyutlarla buluşturan bir tefekkür alanı sunar.
Kur’an’ın ebedî mucizesi, ayın ikiye bölünmesi ve miraç gibi olaylar, pozitivizmin dar epistemolojik ve ontolojik kalıplarını sorgulayan güçlü örneklerdir. Bu mucizeler sadece gözle değil; kalple, akılla ve vicdanla anlaşılabilecek hakikatlerdir.
Pozitivizmin Temel Varsayımı ve Epistemolojik Açmazı
Pozitivizmin temel önermesi şudur:
“Gerçek olan, yalnızca deneylenebilir olandır.”
Bu görüşe göre:
• Vahiy akıl dışıdır.
• Mucizeler mitolojiyle eşdeğerdir.
• Gayb ve aşkınlık reddedilmelidir.
Ancak bu anlayış kendi içinde çelişkilidir. Çünkü “sadece deneylenebilir olan gerçektir” önermesi bizzat kendisi deneylenebilir değildir ve bu da pozitivizmi epistemolojik temelden sarsar.
Pozitivizm, Comte’tan sonra John Stuart Mill ve Émile Durkheim gibi düşünürlerle sosyoloji, ahlak ve toplum bilimlerine nüfuz etmiştir. Ancak zamanla, metafizik, sanat, ahlak ve maneviyat gibi alanlarda açıklayıcı olmaktan uzaklaşmış; daha sonra post-pozitivist eleştirilerin odağı hâline gelmiştir.
Bu bağlamda İmam Gazâlî’nin tespiti oldukça manidardır:
“Aklın da sınırları vardır. Her hakikat onun terazisine sığmaz.”
(el-Munkız mine’d-Dalâl)
Kur’an: Düşünen Akla ve Dirilen Kalbe Hitap Eden Mucize
Kur’an, yalnızca dönemsel bir metin değil; kıyamete kadar sürecek olan düşünsel bir mucizedir.
• Dil ve üslup açısından, Arapça’nın zirve döneminde bile benzerinin getirilememesiyle meydan okur.
• Tarihsel ve bilimsel isabetleriyle, zamanlar ötesi hakikatlere işaret eder.
• Ahlakî ve sosyal sistematiğiyle, insanı hem içsel hem toplumsal dönüşüme çağırır.
Kur’an, sadece akla hitap etmez; kalbi diriltir, ruhu besler, vicdanı da tanıklığa çağırır:
“Onlar Kur’an üzerinde hiç düşünmezler mi?” (Nisâ, 4/82)
“O, size kendinizden daha yakındır.” (Kâf, 50/16)
Ayın İkiye Bölünmesi: Gözle Görülen ama Kalple Anlaşılan
“Saat yaklaştı ve ay yarıldı.” (Kamer, 54/1)
Ayın ikiye bölünmesi mucizesi, müşriklerin talebi üzerine Allah’ın kudretiyle gerçekleşmiş bir fiziksel olaydır. Ancak mucizeyi görenler bunu sihirle açıklamaya çalışmış, inkâr yoluna gitmiştir.
Bu durum, pozitivist anlayışın “gördüğüm şeye inanırım” varsayımını geçersiz kılar. Görmek yeterli değildir; hakikati idrak için kalp açıklığı, niyet saflığı ve vicdanî duyarlılık gerekir.
Miraç: Zaman ve Mekânın Ötesine Geçen Vahiy Yolculuğu
“Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah her türlü noksandan münezzehtir…” (İsrâ, 17/1)
Miraç, Hz. Peygamber’in hem yatay hem dikey bir yolculukla semalara yükseldiği, zaman ve mekânın sınırlarının aşıldığı bir mucizedir. Klasik fizik anlayışıyla “imkânsız” gibi görünen bu olay, bugün kuantum fiziği, izafiyet kuramı ve zaman bükülmesi gibi modern teorilerle yeniden düşünülmeye müsait bir alandır.
Miraç, yalnızca bir yolculuk değil; aynı zamanda insanın metafizik varlık katmanlarıyla buluşabileceğini gösteren ilahî bir çağrıdır.
Yaratma: Sebeplerle mi, Sebepsiz mi?
Pozitivist düşünce, her olayın zorunlu olarak bir maddî sebebe bağlı olduğunu kabul eder. Ancak bu, yaratıcıyı sebeplere mahkûm eden bir anlayışa yol açar.
İslam düşüncesinde Allah, sebepleri yaratandır; fakat onlara bağlı değildir. Mucizeler, bu sebepsiz yaratmanın somut tecellileridir.
Bediüzzaman Said Nursî bu hakikati şöyle ifade eder:
“Esbab bir perdedir. Azamet-i Rububiyet ister ki; perdeler arkasında tasarruf-u kudret edilsin.”
(Sözler, 10. Söz)
İmam Gazâlî ise şöyle der:
“Âdetin dışına çıkan şey imkânsız değildir. Aklın kabul etmediği şey imkânsızdır. Ama alışılmamış olan, mümkündür.”
(el-Munkız mine’d-Dalâl)
Bu yaklaşım, mucizelerin akıl dışı değil; sadece alışılmış düzenin dışında olduğunu ifade eder.
Akıl mı, Kalp mi? Pozitivizmin Kör Noktası
Pozitivist yaklaşım, insanı sadece beyin ve bedenle tanımlar. Ancak insan:
• Kalbiyle hisseder,
• Ruhuyla inanır,
• Vicdanıyla karar verir.
Kur’an bu dengeyi şöyle ortaya koyar:
“Onların kalpleri vardır ama onunla anlamazlar.” (A’râf, 7/179)
Mucizeler, yalnızca gözle görülecek olaylar değil; kalp, akıl ve ruhun ortak tecrübesiyle idrak edilecek derinlikli hakikatlerdir.
Gerçeklik, Görmekten Fazlasıdır
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mucizeleri, yalnızca fiziksel olaylar değil; çok boyutlu hakikatlerin delilleridir. Kur’an, şakk-ı kamer ve miraç gibi mucizeler, pozitivist düşüncenin sınırlarını aşarak insanı aşkınla, mutlakla ve nihayetinde Yaratıcı ile buluşturan kapılardır.
Pozitivizm, insanı yalnızca dış dünyayı gözleyen bir varlık olarak tanımlar. Oysa İslam düşüncesi, insanı şuur, ruh ve sorumluluk taşıyan; kalbiyle hisseden ve tefekkür eden bir şahid olarak görür.
“Onlara hem dış dünyada hem de kendi içlerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, bu (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun.” (Fussilet, 41/53)
Modern insan, yalnız gözle değil; kalple de görmeyi öğrenmelidir. Gerçeklik yalnız laboratuvarlarda değil; insanın iç dünyasında, vicdanında ve varlığın özünde saklıdır.
Kaynaklar;
1. Kur’an-ı Kerîm: Kamer 54/1, İsrâ 17/1, Fussilet 41/53, A’râf 7/179, Nisâ 4/82
2. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 10. Söz, 11. Lem’a
3. İmam Gazâlî, el-Munkız mine’d-Dalâl
4. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma
5. Maurice Bucaille, The Bible, The Qur’an and Science
6. Süleyman Uludağ, Gazâlî’nin Düşünce Dünyası
7. Nurettin Topçu, İsyan Ahlâkı
8. Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı