1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
247
Okunma

Mardin’in tozlu sokaklarında, taş evlerin gölgesinde doğdu
Nafiz Karak.
Elli yıl önce, 1975’te, güneşin kavurduğu bu kadim şehirde gözlerini açtı.
Çocukluğu, dar sokaklarda yankılanan oyun sesleri ve masallarla geçti.
Ama içinde hep bir sahne, hep bir hikâye vardı.
Tiyatro, onun kanına genç yaşta karıştı; replikler, ışıklar, alkışlar…
Hayali, bir gün kendi hikâyesini anlatmaktı.
Üniversite yıllarında tiyatro eğitimi aldı, sahnenin tahtalarına basarken ruhunu buldu.
Her rol, her metin, onun dünyayı anlama biçimi oldu. Yazdığı oyunlar, kaleminden dökülen romanlar,
Mardin’in mistik havasını, insanlarının derin acılarını ve sevinçlerini taşıdı.
Ama hayat, onu sahilden sahile, Mersin’e taşıdı.
Akdeniz’in tuzlu kokusu, portakal çiçeklerinin ferahlığı, onun yeni evi oldu.Şimdi,
Mersin’de, denizin maviliğine bakarak yazıyor
Nafiz. Elli yaşında, hâlâ bir çocuğun merakıyla, bir oyuncunun ateşiyle.
Romanları, tiyatro oyunları, onun içindeki Mardin’le Mersin’i buluşturuyor. Her satırda, her sahnede, bir hayatı yeniden inşa ediyor.
Nafiz Karak, hem yazar hem tiyatrocu, hem anlatıcı hem oyuncu.
Ve hikâyesi, sahne tozu gibi, havada asılı kalmaya devam ediyor.
Nafiz Karak’ın Mersin’deki hayatı, denizin ritmiyle şekilleniyordu.
Sabahları, sahildeki küçük bir kahvede, dalgaların sesine karışan martı çığlıkları eşliğinde kahvesini yudumluyor, defterine notlar karalıyordu. Mardin’in taş kokulu hatıraları,
Mersin’in ılık rüzgârıyla harmanlanıyordu yazdıklarında. Onun kalemi, geçmişle bugünü, doğuyla batıyı, düşle gerçeği birleştiren bir köprüydü.
Tiyatro sahnesi, Nafiz için bir mabetti. Mersin’deki küçük bir kültür merkezinde, kendi yazdığı oyunları sahnelemeye başlamıştı. Her prova, her perde açılışı, onun için bir yeniden doğuştu. Oyuncularına,
“Sahnede sadece rol yapmazsınız, hakikati söylersiniz,” derdi.
Seyirciler, onun oyunlarında hem gülüyor hem ağlıyordu; çünkü Nafiz, insanın en derin duygularını, en yalın haliyle anlatmayı biliyordu.Bir gün, Mardin’den bir mektup geldi. Eski bir dostu, çocukluk arkadaşı, Nafiz’i memleketine çağırıyordu. “Mardin değişti, ama seni bekliyor,” diyordu satırlar. Nafiz, o gece uyuyamadı.
Mardin, onun ruhunun köküydü; her taşında, her sokağında bir anısı saklıydı. bu oıyun mu, diye düşündü, yeni bir oyun mu yazsam?
Mardin’in geçmişini, Mersin’in umudunu birleştiren bir hikâye…
Ertesi sabah, defterini açtı. İlk cümle, “Mardin’de bir çocuk, taş evlerin gölgesinde bir rüya gördü,” oldu.
Kalemi durmadı, sayfalar doldu.
Bu, sadece bir roman değil, Nafiz’in hayatının özeti olacaktı.
Tiyatro sahnesinde can bulacak, seyircilere ulaşacak bir destan.
Elli yaşında, hâlâ hayallerinin peşinde, Mardin’den Mersin’e uzanan bir yolun yolcusu olarak yazmaya devam etti.
Ve her kelimeyle, sahne tozu biraz daha havalandı. Nafiz, defterine yazdığı o ilk cümleden sonra durmadı. Mardin’den gelen mektup, içinde uyuyan bir ateşi yeniden alevlendirmişti.
Romanı, sadece kendi hikâyesi değil, toprağın, insanların, zamanın hikâyesi olacaktı.
Gündüzleri Mersin’in sahilinde, dalgaların fısıltısını dinleyerek yazıyor, geceleri ise tiyatro sahnesinde oyuncularıyla prova yapıyordu.
Her iki dünya, onun kaleminde ve ruhunda birleşiyordu.
Bir akşam, Mersin’deki kültür merkezinde yeni oyununun ilk okumasını yaptı.
“Taş ve Deniz” adını verdiği bu oyun, Mardin’in taş evleriyle Mersin’in sonsuz denizini buluşturuyordu.
Oyuncular, replikleri okurken Nafiz’in gözleri doldu.
Sahnede, çocukluğunun Mardin’inde koşan o küçük Nafiz’i görüyordu; tozlu sokaklarda, naber çığlıkları arasında.
Aynı sahnede, Mersin’in tuzlu rüzgârı, özgürlüğün kokusunu taşıyordu.
Seyirciler, henüz oyunu görmemiş olsalar da, provalarda hissedilen o büyülü hava, bir başyapıtın doğmakta olduğunu fısıldıyordu.
Mardin’e geri dönme vakti geldiğinde,
Nafiz bir valize birkaç kıyafet ve kalemlerini attı.
Memleketine vardığında, taş evlerin arasında dolaşırken zamanın nasıl geçtiğini unuttu.
Eski dostuyla buluştular; çay içtiler, eski günleri yâd ettiler. “Burası hâlâ senin, Nafiz,” dedi dostu, “ama sen denizin adamı olmuşsun.” Nafiz gülümsedi.
Haklıydı. Mardin onu doğurmuş, Mersin ise büyütmüştü.
Dönüşte, romanının son satırlarını yazdı: “Taşlar susmaz, deniz fısıldar. İnsan, ikisinin arasında bir hikâyedir.” Oyun, Mersin’de sahnelendiğinde ayakta alkışlandı.
Nafiz, perdenin kapanışını izlerken, elli yıllık hayatının her anını sahnede görmüş gibiydi.
Mardin’den Mersin’e, kalemden sahneye, onun hikâyesi artık binlerce insanın yüreğine dokunuyordu.
Ve Nafiz Karak, bir yazar, bir tiyatrocu olarak, yeni bir hikâyeye başlamak için defterini tekrar açtı.
Şiirlerine kaldığı yerden devam eti
5.0
100% (2)