2
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
241
Okunma
bu günlerde en çok duyduğumuz cümle:Eski Türkiye
eski Türkiyede emekli ikramiyesi ile ev alanlar, komşuluk ilişkileri, akrabalara saygı, çekirdek ailenin yerine geniş aile ve kış akşamlarında çıtır çıtır yanan odun ateşinde soba başında sıcak sohbetler.
peki soru şu?
çocuk olduğumuz için mi her şey güzeldi, yoksa yeni Türkiye gerçekten çirkin mi?
Kimbilir yirmi yıl sonra bu günleri öven yazılar yazılacak gazetelerin köşelerinde( o zamana kadar gazete kalırsa tabii)
Şimdiden gazeteler ve kitaplar dijitale geçti, neyse bu da ayrı bir konu, ama ben bu gün size çocukluk ve ergenlik anlatayım.
O mutluluğun temeli çocukluk ve ergenlik döneminde tüm varlığımızın istemekten ziyade bilmeye yönelmiş olmasıdır.
yaşam keşfedilmesi gereken bilmecelerle doludur ve her gün yeni bir bilgi minik beynimize girmektedir.
kendi adıma konuşursam ikinci derece denklemlerin çözümünü bilmiyorsam benim için heyecan veriicidir ama diskriminantı hesaplayıp denklemin köklerini bulunca ortada heyecan kalmaz!
yıllardır Riemann- zeta fonksiyonun çözülmesini bekliyoruz, bir gün asal sayıların gizemi ve buna bağlı olarak Zeta fonksiyonun grafiği yorumlanmaya başlandığı zaman eski bir gömlek misali tozlu raflardaki eski ders kitaplarında yerini alacaktır, eminim!
İnsanoğlu böyledir, kaçan kovalanır, gizemli olan her zaman çekicidir.
bu durum aynı zamanda tüm nesnelerin yeni olması. ile kendine dışarıdan da destek bulur.
dolayısıyla yaşamın bu sabah. güneşi altında dünya öylesine taze büyülü bir parıltıda çekici olarak önümüze uzanır, kitap o kadar yenidir ki okumaya kıyamaz sayfalarını koklarsınız.
en küçük arzular en belirsiz eğilimler ve en önemsiz kaygılar öğrenmenin üstünlüğüne karşı zayıf birer eş ağırlıktadır.
Ödevi yetiştiremediğiniz için ağlarsınız, her gün aşık olup kimi zaman karşılıksız seversiniz.
Çocukların varlıklarında kendimizi yeni baştan yaşadığımız ve kimi zaman belirli bazı durumlarda Raphael’in meleklerini süsleyen en yüce ifadeye ulaşan o masum bakışları da ancak yeniye olan merak açıklar.
1982 yılında siyah beyaz devlet televizyonunda yayınlanan San-remo müzik festivali benim için yenidir mesela, FEliçita ilk kez duyduğum içim güzeldir ve Cumhuriyet mahallesinin sokaklarında arkadaşlarımla top peşinde koşarken
avazım çıktığı kadar
"Feliçita, soyuna sopuna limonata!"
diye bağırdığım için hayat güzeldir. dolayısıyla tüm bunlardan ortaya çıkacak olan şey zihinsel güçlerin hizmet etmeye yazgılı oldukları gereksinimlerden çok daha erken geliştiği ve her yerde olduğu gibi burada da tabiatın en uygun biçimde işlemekte olduğudur.
Hayatın zihnin üstünlük sahibi olduğu bu dönemde insan gelecekteki o sırada henüz kendisine yabancı olan gereksinimleri karşılamak üzere bilgi depolamaktadır.
dolayısıyla zeka sürekli bir etkinlik halinde var olan tüm nesneleri kavrayacak ve yeni kavramlar üzerinde derin düşünecek ve depo edecektir.
Çocukluğumuzda sadece bilgiyi depolarız, kin ve öfke sadece anlık gelişir, kavga ettiğimiz arkadaşımızla bir kaç dakika içinde barışırız, yetişkinliğimizde hep mal ve para biriktiririz ve bunlarla birlikte kıskançlık, öfke kin dedikodu gibi negatif enerji barındıran iğrenç kavramlar.
bir insanın ergenlik çağına kadar içebakışla kazandığu ve depoladığı. şeylerin bir bütün olarak ele alındığında he ne kadar bilgili insan sıfatına ancak o zaman hak kazansa bile öğrenmiş olduğu her şeyden daha fazla olduğu kesindir, unutmayın çocuklar ve deliler her zaman doğruyu söyler!
ergenlik çağında cinsel itki sahneye çıkmış olur ve istem de üstünlüğü ele geçirir, öğrenme arzusunun ağır bastığı çocukluk çağı kimi zaman canlı neşeli ve atak kimi zaman melankolik olunan huzursuz gençlik çağı takip eder.
aslında oturup bu yazıyı öfleyerek okumak yerine (bu adam gene neler zırvalamış acaba?) young hearts filmini izlemenizii öneririm.
Çocukluk çağı sadece kötülüklere gebe bu itkiden yoksun olduğu için istemi bu kaadr ılımlı ve bilgiye böylesine boyun eğmiş durumdadır ve o çağa özzgü masumiyet ve mantıklılıkk karakteri doğmaktadır.
aslında her çocuk bir dereceye kadar dahidir. dahilik ile çocuklluk arasındaki ilişki kendini öncelikle dehanın temel özelliği olan saflıkta ortaya koymaktadır.
üstün zekalılar bir çocuğun yaptığı gibi öznel bir ilgi duyabildiği herşeyde daima ve sadece kendi eylemleri için birer itki görebilen sıradan insanların ciddiyetine sahip değildir.
hayatı boyunca çocuk kalmayan bu kişiler çalışan üreten vergisini veren namuslu vatandaş olabilirler fakat güce sahip olduklarına nasıl davranacaklarını bilemeyiz, bu kişiler hiç bir zaman dahi olamayacaktır.
aslında üstün zekalı bir insan bilmek eylemi üzerinde tam bir üstünlüğe sahiptir ki bu durum hayatı boyunca varlığını sürdürür.
"çocuklar verdikleri sözü tutamazlar, gençler ise nadiren tutar ve söz verip de yapacaklarsa o zaman da dünya onlara verdiği sözü tutmaz"(Goethe)
bu sözü duyunca 22 yaşında araştırma görevliliği sınavına hazırlanırken yüksek matematik kitaplarını bir gecede temmuz sıcağında okuduğum geceleri hatırladım, ve sınav sonucunda fizik mezunu 65 ortalamalı torpilli bir genç benim yerime atanmış Türkiyede yaşadığımın ilk kez farkına varmıştım. Geçen yıl da hakimlik sınavında dereceye girip atanmayan ve eksik zekalı bir torpillinin yerine atandığı genç intihar etmiş ve haberlerde pek az yer bulmuştu.
Sanırım gençliğimizdeki öğrenme heyecanını yok eden mülakat uygulaması ve emeğimizin karşılığını alamamak, gelişmiş ülkelerde öğrenme heyecanını ne yok ediyor acaba? bu sorunun cevabını da size bırakıyor, hepinize iyi haftalar diliyorum.
saygılarımla.
5.0
100% (1)