0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
187
Okunma
AŞK OLMAZSA NE OLUR?
İnsanlık, varoluşundan bu yana ruhunun en derinliklerinde yankılanan bir çağrı taşır: Aşk! O, sadece bir duygu değil, evrenin dokusuna işlenmiş, her varlığı kendi özüne çeken ilahi bir güçtür. Antik Yunan filozofları, Sokrates’ten Platon’a, aşkı bir bütünlük ve hakikat arayışı olarak tanımlar. Aşk, sahip olmadığımıza inandığımız, ancak bizim için iyi olduğuna kanaat getirdiğimiz bir şeye duyulan özlemdir. İnsanlığın bu kadim arayışı, varoluşsal bir boşluğu doldurma ve kendini aşma çabasının bir yansımasıdır.
Peki, “bu temel insani ihtiyaç modern çağın çarkları arasında nasıl bir dönüşüm geçirdi” sorusunu sorarak yazıma devam edelim mi sevgili okurlarım?
Sizlerin de onaylayacağı gibi aşk, bireyin iç dünyasında fırtınalar estiren, zihinsel ve duygusal sağlığı üzerinde derin izler bırakan bir güçtür ve beyinde mutluluk ve bağlanma hislerini tetikleyen hormonların salgılanmasına yol açar. Ancak maalesef modern dünyada aşk, ticari bir meta haline dönüşmekte, geleneksel bağlardan uzaklaşmaktadır. Sevgililer Günü reklamları, dizi ve filmlerdeki yanlış yönlendirmeler aşkı maddi tüketim ve hediyeleşme gerekliliğiyle eşleştirerek onun özündeki karşılıksızlığı ve derinliği aşındırmakta erozyona uğratmaktadır.
Modern yaşamın getirdiği çelişkiler aşkın saf doğasıyla çatışmakta ve ilişkilerde "hesapçı akıl" ile "katışıksız aşk"ın bir arada bulunması zorlaşmaktadır. Ayrıca günümüzde toplumsal statü sembolleri, unvan, gelir ve mal varlığı gibi unsurlar, romantik ilişkileri şekillendirmede daha büyük önem kazanmıştır. Bu, kişilerin birbirini sadece ruhsal derinlikleriyle değil, aynı zamanda toplumsal konumlarıyla değerlendirdiği bir ortam yaratmaktadır.
Dijitalleşme ve tüketim kültürü, aşkın doğasını derinden etkiliyor bildiğiniz gibi sevgili okurlarım. Sosyal medya ve çevrimiçi flört uygulamaları, tanışmayı kolaylaştırırken, "sınırsız seçenekler" yanılsamasıyla ilişkilerin kolayca gözden çıkarılabilir hale gelmesine neden olmaktadır. Bu durum, bireylerin sürekli bir arayış içinde kalmasına, derin bağlar kurmaktan kaçınmasına ve ilişkileri bir tüketim nesnesi gibi görmesine yol açmaktadır aynı zamanda. Böylece kendi derinliklerinde yeşeren ancak içsel bir uyanışla ortaya çıkan hazinemiz aşk, dejenerasyona uğramaktadır…
Peki, başlık sorumuzu sorma zamanı geldi sanırım:” Aşk olmazsa ne olur?”
Aşk, yeniden doğuşunu bekleyen bir tohum gibi her birimizin içinde saklıdır. Onu sulamak, beslemek ve büyütmek, insanlığın en temel görevidir. Zira aşk olmazsa dünya donar kalır, ruhlar kurur ve insan, varoluşun en büyük armağanından mahrum kalır. Kalbimizdeki o kadim sızı, bizi aşka çağıran ve takip etmemiz gereken bir pusuladır. Ve aşk olmazsa dünya, solmuş bir gül gibi susar; rüzgâr esse de dallar titremez, yağmur yağsa da toprak kokmaz. İnsan kendi içine kapanır, bakışlar anlamsız, yollar ıssız kalır. Aşk, yalnızca birine duyulan sevda değil; sabahı uyandıran ışık, bir şehrin kalbinde atan ritim, yüreğin kendi yankısıdır. Onsuz, zaman ağırlaşır, günler birbirine benzer. Cemal Süreya’nın mısraları gibi: “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” ve biz o kuşların kanadına tutunmadan hiçbir yere varamayız...
5.0
100% (2)