0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
283
Okunma

Suzuki
(Kazım Demir)
Hep aynı model ayakkabının bir siyahını, bir de beyazını giyerdi. Onu ilk kez evine davet ettiğinde, “Evim dağınık,” dedi.
“Merak etme,” dedim, “benim de evim dağınık.”
Asansörle beşinci kata çıktık. 508 numaralı dairenin kapısı açıldığında burnuma keskin, ağır bir koku çarptı. Çürük meyve, sigara, eski yemek… Evin içi adeta üstü örtülmemiş bir çöplüğü andırıyordu. Adım atabilmem için önüme yol açmak zorunda kaldı. Yerlere saçılmış yemek artıkları, devrilmiş eşyalar arasında sendeleyerek ilerledim. Sonunda üstü gazetelerle örtülmüş, her yanı kitap ve tabaklarla dolu masanın yanındaki ahşap sandalyeye oturabildim.
Bana Japonca öğretecek bu adamın adı Suzuki idi.
Onunla tanışmam bir tanıdığın aracılığıyla olmuştu. Bir tiyatro salonunda karşılaşmış, yanıma oturmuş ve peş peşe sorular sormuştu. Cevaplarımı kısa tutmaya çalışsam da, her söylediğimi küçük bir deftere not etmişti. Telefon çeviri programı ile anlaşmaya çalışıyorduk; zordu ama yine de oluyordu.
Sonraki günlerde bana Japonca öğretmeye girişti. Kartlara kelimeler yazıyor, el hareketleriyle anlatmaya çalışıyordu. Ama çoğu zaman sabırsızdı. Ben sözcükleri unutunca gülüyor, ardından birden susup sigara yakıyordu. Belki ondan, belki de o dönemde zihnim çok dağınık olduğundan, öğrenme çabası pek yolunda gitmedi.
Yine de Suzuki’yle birlikte vakit geçirmek garip bir şekilde hoşuma gidiyordu. Müzeler gezdik, kitapçılarda dolaştık, sokaklarda yürüdük. Konuşmaktan çok, susmayı paylaşıyorduk.
Derken bir gün ortadan kayboldu. Uzun süre haber alamadım. Sonra, ortak bir arkadaşımızdan duydum: hapisteymiş.
Suzuki, cinayetler işlemişti. Hedef aldığı kadınların ortak özelliği vardı: Hepsi dağınıktı. Arkadaşımın anlattığına göre, her şey yıllar önce aşık olduğu bir kadınla başlamıştı. Kadının evi de hayatı da darmadağındı. Suzuki, onu tutkuyla sevmişti. Ama kadın bir gün onu aldatmıştı. İşte o andan sonra Suzuki’nin zihninde dağınıklıkla ihanet birleşti. Ve her dağınıklık, ona o ihaneti hatırlattı.
Şimdi Suzuki, Japonya’da bir hücrede idamını bekliyor.
Ben ise hâlâ o ilk günü hatırlıyorum: 508 numaralı daire, yerlere saçılmış yemekler, gazetelerle örtülmüş masa ve bana açılan dar geçit.
O zaman, sıradan bir dil öğretmeninin evine girdiğimi sanmıştım.
Meğer, kendi karanlığının içinde kaybolmuş bir katilin hayatına adım atmışım.
5.0
100% (1)