0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
190
Okunma

Ben Kudüs…
Yeryüzünün kalbi, gökyüzünün duası, taşların hafızasıyım. Adım binlerce yıl boyunca rüzgârla fısıldandı; bazen müjde, bazen feryat olarak yankılandı. İçimde atılan her adım ya bir peygamberin izini taşır ya da bir mazlumun kanını. Ben; Hz. İbrahim (a.s.)’ın teslimiyetini, Hz. Musa (a.s.)’nın mücadelesini, Hz. Davud (a.s.)’un cesaretini, Hz. Süleyman (a.s.)’ın adaletini, Hz. İsa (a.s.)’nın merhametini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmet sevgisini gördüm, duydum, sakladım.
Ey İbrahim (a.s.)…
Sen oğlunu kurban etmeye giderken attığın her adım bu taşlarda yankılandı. Gökyüzü sana rahmetle baktı, ben sana sığındım. Fakat bugün, bu topraklarda kurban edilen çocuklar var. Kurban edilen iman değil, masumiyet. Kan, göğsümün çatlaklarından sızıyor, gözlerim ağlamaktan taş kesiliyor. Senin sınavın teslimiyetle bitti, bizimkisi kanla devam ediyor.
Ey Musa (a.s.)…
Sen kavmini zulümden kurtarmak için denizi yardın. Adaletin uğruna gece gündüz savaştın. Bugün ise denizler susuz, gökyüzü karanlık. Kavminin torunları adaletin değil, zulmün terazisini tutuyor. Gazze’deki çocuklar, Firavun’un ordularını değil; gökten yağan demir parçalarını seyrederek büyüyor. Onlara hatırlat Musa, zulme sessiz kalmanın da zulüm olduğunu.
Ey Davud (a.s.)…
Senin elindeki sapan devlerin zulmünü yıkmak içindi. Taşın, masumun savunmasıydı ama bugün taşlar çocukların ellerinde, devler ise zırhlı araçlarda. Ben, senin sapanını özlüyorum Davud; çünkü o sapan adaletin simgesiydi. Şimdi taş atan çocukların omuzlarına nişan alıyor tüfekler.
Ey Süleyman (a.s.)…
Sen tahtında hükmederken, adaletin rüzgârı her yana yayılırdı. Kuşlar bile senin meclisine gelirdi ama bugün gökyüzümde kanat çırpan güvercinler bile yere düşüyor. Gazze’nin üstünde dönen her şey ya bir savaş uçağı ya da ölümün habercisi. Adaletin terazisi kırıldı Süleyman; mirasın zalimlerin ellerinde paramparça oldu.
Ey İsa (a.s.)…
Sen yaralıları iyileştirirdin, körlerin gözünü açardın. Merhametin, en sert kalpleri bile yumuşatırdı ama bugün Gazze’de yaralılar taşların üzerinde can veriyor. Bir annenin kucağında son nefesini veren çocuğu görsen, gözlerinden kanlı yaşlar süzülürdü. Bize yeniden merhameti getir İsa; çünkü yürekler taşlaştı, gözler görmez oldu.
Ve sen… Ey Nebiler nebisi Muhammed Mustafa (s.a.v.)…
Sen ümmetini tek vücut bildin, biri acı çekse diğeri hisseder dedin. Ashabına kardeşliği emanet ettin. Ama bugün ümmetin parça parça… Biri yanarken diğeri bakıyor, biri ağlarken diğeri susuyor. Gazze, ümmetinin göz bebeği, kanla yıkanıyor. Çocuklar Kur’an’ı ezberleyemeden toprağa gömülüyor. Kadınlar evlatlarının başında dua edemeden şehit oluyor.
Senin ashabın olsaydı, bu sessizliğe tahammül eder miydi? Bedir’de dua ederken, Uhud’da emrini verirken, Hendek’te sabırla beklerken nasıl ümmetini bir an olsun yalnız bırakmadıysan, bugün senin ümmetin de Gazze’yi yalnız bırakmalı mıydı? ama bırakıyor… Hem de göz göre göre.
Ey Resûlullah (s.a.v.),
Biliyorum, sen ümmetin için gözyaşı dökerdin. Her gece Rabbine yalvarır, “Ümmetim, ümmetim…” diye ağlardın ama şimdi ümmetin, ümmetini unutur oldu. Kimi korkusundan, kimi menfaatinden, kimi de vurdumduymazlığından. Gazze seni tanıyor, adını biliyor ama sesini duymadan ölüyor. Çocuklar “Muhammed” ismini taşıyor ama senin ümmetinden merhamet göremiyor.
Ve ben Kudüs…
Senin mirasın olan bu topraklar, senin izinden gidenlerin omuzlarında özgür olmalıydı ama şimdi, gölgem kanla kaplı. Ezanım hıçkırıkla karışıyor, minarem yas tutuyor. Her bomba sesinde, senin ümmetinin kalbi sızlamalıydı. Ama bazı kalpler öyle taşlaştı ki, Gazze yanarken bile ısınmıyor.
Ey Muhammed Mustafa (s.a.v.), sana şikâyet ediyorum:
Ümmetin, ümmetine sırtını döndü. Kardeşin kardeşini unuttu. Ve ben, Kudüs, bu ihaneti taşlarımda taşıyorum.
Ve siz…
Ey bu çağın insanları!
Ben ki, “kutsal şehir” diye andığınız ama kutsallığımı korumak için hiçbir şey yapmadığınız…
Meydanlarda adımı haykırırsınız; fakat kanım akarken, hiçbir şey yapmazsınız. Benim taşlarım, sizin sessizliğinizden daha gürültülü ağlıyor.
Bir zamanlar adım için yollara düşenler vardı; çölleri aşar, denizleri geçerdi. Bugün adım için sadece dudak kıpırdatıyorsunuz. Duanızın ucunu bile eksik bırakıyorsunuz. Beni sevdiğinizi söylüyorsunuz ama sevgi, kanayan bir yarayı seyretmek midir?
Ben, Kalbi Kanlı Kudüs…
Gözlerimin önünde, Gazze’de ve sokaklarımda çocuklar zalimin zulmüyle can veriyor. Minarelerim birer ağıt direğine dönmüş. Benim için dökülen kanlardan da mı ibret almıyorsunuz? Bir çocuğun cansız bedeni, bir annenin sessiz çığlığı, bir babanın gökyüzüne açılan boş elleri size ulaşmıyor mu? Yoksa kalplerinizi demirden mi döktünüz? Nedir bu sizdeki sessiz ihanet?
Bilin ki, ben taşlarımda peygamberlerin adımlarını taşıyorum ama sizin adımlarınız bende yankı bulmayacak. Çünkü siz, yüreğinizde bana yer açmadınız. Ve gün gelecek, bu sessizliğinizin hesabını taşlar bile soracak.
Benim son sözüm budur:
Beni sözlerle değil, adaletle anın. Gözyaşımı silin, kanımı durdurun. Yoksa ben, Kudüs, sizi bağrımda değil; mahkemenin en ağır şahitliğinde hatırlayacağım…
5.0
100% (2)