1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
274
Okunma
Bölüm 1 – Rüzgârın Taşıdığı Mısralar
Gece yarısıydı.
Sokak lambaları, sarı bir pusun içinden kırık ışıklar saçıyor; kaldırımlar, yağmurun ince cilasıyla parlıyordu. Şehrin kenar mahallerinden birinde, eski bir apartmanın dördüncü katında, bir kadın camı aralık bırakmış, elinde küçük bir defterle oturuyordu.
Adı …..
O, başkasının şiirlerini çalan bir kadındı. Ama bu kelimeler, kitap raflarından değil; insanların rüyalarından, mektuplarından, henüz kâğıda dökülmemiş düşüncelerinden çalınırdı. …. yeteneği buydu: biri bir mısra düşünürken, o mısranın taze sıcaklığını hisseder, zihninden çekip alırdı.
Şehrin şairleri, bir süredir tuhaf bir şey fark ediyordu. Henüz yazmaya niyetlendikleri dizeler, başka birinin kitabında, dergisinde, ya da sahnede okunur hâlde karşılarına çıkıyordu. O satırların nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Ama ….. biliyordu—çünkü onları o çalmıştı.
O gece, karşı apartmandaki genç bir adamın zihninden şu sözleri aldı:
“Gökyüzü, saçlarının kıyısında başlar…”
Defterine yazarken gülümsedi.
Çünkü biliyordu, bu mısra yarın başka birine aitmiş gibi görünecekti—ama önce, onun elinden geçecekti.
Leyal’in tek derdi mısra çalmak değildi. Bir şey arıyordu.
Ve henüz kimse bilmiyordu ki, çaldığı her kelime onu, kayıp bir şiirin son dizelerine biraz daha yaklaştırıyordu.
Bölüm 2 – İlk Mısra
Leyal’in şiir çalma yeteneği, bir lanet gibi çocukluğunda başlamıştı.
On yaşındayken, annesinin mutfakta hummalı bir şekilde ekmek yoğururken mırıldandığı yarım dizeleri, annesi hiç söylememiş gibi hafızasına düşürmüştü. Önce bunu normal sanmış, “herkes başkalarının kelimelerini duyabiliyordur” diye düşünmüştü.
Ama zamanla fark etti ki, bu kelimeler yalnızca seslerden değil, sessizlikten de geliyordu.
Birinin aklından geçen, henüz diline düşmemiş cümleleri, sanki şeffaf bir nehirden parlayan taşlar gibi görebiliyor, alabiliyordu.
İlk kez gerçekten “çalması” ise, lisede oldu.
Bir gün, okulun edebiyat kulübünde, içine kapanık bir çocuk defterine bir şiir yazıyordu. Leyal, onun zihnindeki tüm mısraları tek tek aldı, kendi defterine geçirdi. Bir hafta sonra düzenlenen şiir yarışmasında birinciliği kazandı. Çocuğun bakışları hâlâ aklındaydı:
Öfke, hayal kırıklığı… ve tanımlayamadığı bir kırgınlık.
O günden sonra anladı ki kelimeler, yalnızca söz değil, güçtü.
Ve güç, insanı yalnız bırakıyordu.
Yine de duramadı.
Çünkü Leyal’in asıl amacı şiir biriktirmek değildi. O, yıllar önce babasının ona anlattığı ama tamamını asla söylemediği “Kayıp Şiir”i bulmaya çalışıyordu. Babası ölmeden önce, “Bu şiir seni bulursa, sen de kendini bulursun,” demişti.
Şimdi, her çaldığı mısra, o eksik parçanın peşinde atılmış bir adımdı.
Ama farkında olmadan, kelimelerin sahipleri de onun peşine düşmeye başlamıştı kelime oyunların..
5.0
100% (3)