8
Yorum
23
Beğeni
5,0
Puan
481
Okunma


Sekiz yaşındaki meraklı bir çocuk, deniz minaresi kabuğunu avucunda sımsıkı tutarak kayalıklara tırmandı. Kayalıklarda bir adam oturuyor gözlerini ufuktan hiç ayırmıyordu. Rüzgâr , saçı sakalı birbirine karışmış adamın üzerinde yaşlı bir ağaç kabuğu gibi esniyordu. Çocuk, adamın gözlerinde gördüğü o derin ufka merakla yaklaştı:
Neden hep burada oturuyorsun?
Adam, parmağıyla kumda çizdiği yarım daireyi işaret etti:
Bak çocuk , Ufuk Tanrı’nın cümlesini bitiremediği yerdir. Ben de o eksik kelimeleri tamamlamaya çalışıyorum.
Çocuk adamın yanına çömeldi. Adam cebinden derisi çatlamış bir defter çıkardı. Rüzgâr boş sayfaları çevirdikçe, çocuk dayanamadı:
Sen yazar mısın ?
Evet yazarım ama...
Boş deftere ne yazıyorsun ki?
"Kader hariç her şeyi ’’
Adamın parmağı çocuğun kalbine dokundu;
Görünmeyen mürekkeple yazıyorum. Senin yüreğin şimdilik sadece deniz kabuğundaki uğultuyu duyuyor. Ama bir gün...Dedikten sonra duraksadı. Bu sayfalardaki yazılar senin için dalga dalga açılacak.
Ne yazdın ki benim için?"
Dün sabah, martıların kanatlarında taşıdığı rüzgârı yazdım. Çünkü o rüzgâr, senin bugün soracağın soruyu getirdi bana.
Çocuk inatla defteri karıştırdı. Hâlâ bomboştu.
Kader hariç her şeyi yazdığını söylemiştin! Kader ne ki?"
Adam, denize fırlattığı düz bir taşın suda yarattığı halkaları izledi:
Taşın suya değerken hissettiği ilk titremeyi görüyor musun? İşte o titreme kader. Ben sadece halkaların matematiksel kusursuzluğunu yazabilirim. Titremenin kendisi ise yalnız taşa aittir. Çünkü onu sadece taş hisseder.
Yıllar geçti. Çocuk, sesi gürleyen bir delikanlı olduğunda kayalığa koştu. Adam aynı yerdeydi ama artık gölgesi bile solmuştu. Delikanlı soluk soluğa haykırdı:
Anladım! Kaderi yazamazsın çünkü sen yazarken bile o değişiyor! Tıpkı suya düşen taşın, halkaları yayılırken kendisinin dibe batması gibi!
Adamın gözlerinde bir şimşek çaktı. Gözleri doldu birden, sonra defteri genç adama uzattı:
Al defteri , artık bu senin hikâyen.
Genç , defteri açtığında ilk kez yazılar belirdi:
Bugün sekiz yaşında bir çocuk, elinde deniz minaresi kabuğuyla tırmandı bu kayalığa. Kabuğu kulağına götürdüğü an, içinde kendi geleceğinin fısıltısını işitti. İşte o an, defterimin ilk görünür kelimesi doğdu:
’DİNLEMEYE CESARET ETTİ.’"
Genç adam başını kaldırdığında adam yoktu. Yalnızca oturduğu kayanın üzerinde tek bir beyaz tüy sallanıyordu. Rüzgâr aniden keskinleşti. Ufuk çizgisinde bir martı sürüsü, bilinmeyen bir noktaya doğru dalga dalga çekildi.
Genç adam tüyü avucuna aldı. Tüyün sapında, mürekkeple yazılı bir cümle vardı:
"Unutma: Yazılamayan tek kader, sana verilmemiş olanı arayışındır. Ben gidiyorum, biliyorum ki sen aramayı bırakmayacaksın."
Yazmak; kaderin karşısında diz çökmek değil, onun yazmadığı direnişi satırlara kazımaktır."
O akşam, genç adam kayalıklarda tek başına oturdu. Defterin son sayfasını açtı. Defter tamamen doluydu ve okunabiliyordu artık. Son satırda şunlar yazılıydı:
"Bil ki; her yazar aslında kaderini okuyucusunun kalbine emanet eder. Ben gidiyorum ama senin gözlerinde gördüm ,benim sonum, senin ilk gerçek kelimen olacak."
Rüzgâr defterin sayfalarını çevirdi. Ufuk, kızıl ve altın rengiyle yanarken, genç adam tüyü göğsüne bastırdı. Hiçbir şey yazmadı. Sadece dinledi. Artık deniz minaresi kabuğundaki uğultu, kayıp bir bilgenin soluk alışı gibi geliyordu kulağına.
Deniz minaresin her kulağına götürüşünde bilge adam fısıldıyordu ona ;
"Yazmak; kaderin sessizliğine atılan bir çığlık değil, o sessizliğin içinde yankılanan cevabı duymaktır. Ben kaybolmadım. Sadece senin henüz yazmadığın satırlara dönüştüm."
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (9)