1
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
211
Okunma

Gün gelecek bende öleceğim. Babam gibi belki de; ansızın, birdenbire. Beynimde bir tümör basınç yapacak kafatasıma, gözlerim şişecek. Doktorlar basıncı azaltmak için kafatasıma küçük bir delik açacaklar. Ama ben o ameliyattan sağ çıkmayacağım. Kim bilir? Belki de göstere göstere gelecek ölüm. Haftalar, aylar ve hatta yıllarca hasta yatağımda ölümü bekleyeceğim. Belki de bambaşka bir taraftan gelecek ölüm, hiç tahmin edemeyeceğim. Her şey mümkündür. Gerçek şu ki her halükârda bu dünyayı terk etmiş olacağım. Oldukça üzüntü verici gibi görünse de bu dünyadan ayrılmak kim bilir belki de biz insanlar abartıyoruzdur. Toprağın içine gömülmek zorumuza gidiyordur. Yaşamın tüm acılarından ve sorumluluklarından azade olmak illaki acı verici değildir belki de.
Yaşamın sürprizlerle dolu olduğuna inandım ömrümce. Böyle inandırıldım. Ancak ömrümce hiçbir mucizeye de tanık olmadım. Hatta zamanla birlikte şartlar daha da ağırlaştı. Çileler, cefalar, sorumluluklar ve sıkıntılar çoğaldıkça çoğaldı. Sonunda köşeyi dönme umudu bile kalmadı. Yaşam mucizelerle dolu ise neden bir tanesiyle bile karşılaşmadım? Bu düzeni bozuk dünyada yaşam mucizelerle dolu filan değil. Ben yaşadım, ben gördüm. İnsan doğuyor, kandırılıyor, büyüyor, kandırıldığını anlıyor ve ölüyor. Esasında neyini gördük bu dünyanın, insanların ki ölmekten korkalım? Bu dünyadan ayrılamayacak kadar sıkı bağları yok bu dünyaya. Malım mülküm yok, param pulum yok, makam mevkim yok. Nasıl doğduysam öyleyim. Hayatımda kayda değer hiçbir değişiklik yok. Olmasını ister miydim? Elbette isterdim. Kim istemez ki? Yani bu fani dünyada en azından başımı sokacak bir evim olsun isterdim. Hatta bir mağara bile olurdu. Bana ait bir mağara. O da olmadı yeryüzünün herhangi bir yerinde bir toprak parçası. Bana ait, bir yer. Ama olmadı, olamadı. Bu saatten sonra da pek olacak gibi görünmüyor açıkçası. En azından gömüldüğüm mezar benim olur. Yani iki metrekare bir yer. Bu düzeni bozuk dünyada iki metrekarelik bir mezarı da çok görmezler bana umarım. Ondan bile şüpheliyim açıkçası. Bu benimki mal hırsı mı, mal sevgisi mi? Mal hırsı için bence insanın öncelikle malının olması gerekir. Benim gibi hiçbir şeyi olmayan bir adamda mal hırsı olabilir mi? Hiç sanmıyorum.
Bu dünyanın düzeni bozuk. İnsanoğlu yeryüzünde hâkim olduğundan beri öyle gelmiş, öyle gidiyor. İlk insanların içgüdü ve güç üzerine kurulu yasaları zaman içinde yalnızca biçim değiştirmiş. Özünde hala güçlü güçsüzü eziyor ve hala birtakım insanlar birtakım insanlara kölelik yapıyor. Kabil Habil’i neden öldürdü? Kabil’in Habil’i katletme hikayesini herkes bilir de Habil öldükten sonra Kabil’e ne oldu kimse bilmez. Kabil cinayetten hüküm mü giydi? Kabil cezaevine mi konuldu ya da idam mı edildi? Elbette hayır. Kabil öldürdüğü Habil’in malına mülküne el koydu ve rivayetlere göre Nuh Tufanına kadar yaşadı. Sonuç olarak Habil ölmüş oldu ve Kabil yaşamaya devam etti. Hatta üredi, çocukları oldu. Cinayet ile elde ettiği malını mülkünü çocuklarına miras bıraktı. Üstelik bu miras hukuku tüm insanlığın hukuku oldu. Zavallı Habil öldürüldüğüyle kaldı. Elbette rivayetlerle Kabil’in lanetlendiği, ömrü boyunca sefil ve rezil bir şekilde yaşadığı, pişmanlık duygusuyla acılar çektiğinden bahsediliyor. Benim yukarıda bahsettiğim “hayat mucizelerle doludur.” söylemi gibi. İşte bu bozuk düzen Kabil’in mirasıdır, Kabil’in eseridir. İnsanın insanı köleleştirmesi, krallıkların kurulması, savaşlar ve yağmalar. İnsanlar Habil’in mirasına değil, Kabil’in mirasına sahip çıkmışlardır. İnsanlar Habil’in yasalarını değil, Kabil’in yasalarını benimsemişlerdir. O yüzden benim gibi Habil karakterlilerin bu dünyada yaşama şansı yoktur, olmayacaktır da. Kabil yasaları yürürlükte olduğu sürece Habiller ölmeye mahkumdur. Eğer Kabil Habil’i öldürdüğünde Kabil cezalandırılsaydı böyle olmazdı elbette. Belki de Kabil’in Habil’i öldürmesine izin verilmeseydi. Belki de şeytan ilk isyan ettiğinde şeytana mühlet vermek yerine şeytan yok edilseydi. İhtimaller, ihtimaller. Elbette bu ihtimaller varsayımlardan ibaret. Gerçekse şu anda yaşadığımız, şu an yaşadığım. Gerçekte ben atalarım mahir güçlü kimseler olmadıkları için yoksulluk ve yoksunluk çekiyorum. İşte çıplak gerçeklik bu. Dünyada doğan ve var olan her canlının dünya nimetlerinden adil bir şekilde faydalanması gerekirken Kabil yasaları yüzünden kimileri neredeyse dünya nimetlerinin tamamına sahip oluyor ve kimilerinin de elinde yalnızca koskoca bir hiç kalıyor. Şimdi böyle bir dünyada yaşamanın bana ne gibi bir faydası olabilir ki? Yaşamım yalnızca bir grup insanın huzur ve refahına hizmet edecekse ve ben ömrümce yoklukla yaşayacaksam bu dünya düzeni ne kadar adil olabilir ki?
İnsan çocukluğundan itibaren önüne sunulan zorunlu eğitimle bu dünyanın adil bir yer olduğuna ya da olabileceğine inandırılıyor. Yaşamın mucizelerle dolu olduğu hususunda kandırılıyor. Yaşlandığında belki bu yalanların farkına varabiliyor. Ama çoğu zaman bu yalanlarla ömrünü heba edip ölüp gidiyor. Mal sahipleri, güç sahipleri yani kısaca bu bozuk dünya düzeninin kazananları azınlık da olsalar kaybedenlere yani yoksullara her defasında aynı yalanı söylüyorlar; “yaşam sürprizlerle doludur, her an sizde yoksulluğunuzdan kurtulabilirsiniz, umudunuzu kaybetmeyin.” Ama artık ben bu yalanlara inanmıyorum. Kandırıldığımı biliyorum. Ayrıca bu konuda elimden hiçbir şey gelmediğini de biliyorum. Bu satırlarımla yalnızca tarihe not düşüyorum. Gün gelecek elbet bende öleceğim yazının başında da bahsettiğim gibi. Ama bu dünyada yaşadığım süre boyunca kandırıldım, sömürüldüm ve yoksul bırakıldım. Bunu da açık yüreklilikle söylemek istiyorum. Öyle bahsedildiği gibi yeryüzünün halifesi filan da değildim. Kabil’in dünyasında zavallı bir Habil’im o kadar.