1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
216
Okunma
Yaşlı bir adam vardı.
Bir köyün kenarındaki küçük bahçesinde, sabahları erkenden kalkar, kahvesini yudumlar, tarlasındaki otları ayıklar, akşam olunca da verandasına oturur ve uzaklara bakardı.
Ne fazladan sözü vardı, ne kimseyle kavgası.
Bir gün şehirden gelen bir adam, yanına oturdu.
“Amca, buralarda hiç sıkılmıyor musun? Ne yapıyorsun bütün gün?” diye sordu.
Yaşlı adam, gülümsedi.
“Sıkılmak mı? Evladım, ben hayatı karıştırmıyorum ki… Güneş doğuyor, ben de doğuyorum. Güneş batıyor, ben de dinleniyorum. Çiçek açıyor, arı geliyor. Toprak susuyor, yağmur konuşuyor. Her şey olması gerektiği gibi oluyor. İnsan işin içine girince, işte o zaman bozuluyor.”
Şehirli adam anlamamıştı.
Ama birkaç gün köyde kalınca fark etti:
Ne dedikodu var, ne başkasının yaşamına müdahale.
Komşu, komşunun tavuğuna baksa, sadece güzelliğine bakardı; eksikliğine ya da fazlalığına değil.
O an düşündü:
Belki de hayat, kendisi zaten kusursuzdu.
Onu karmaşık hale getiren, bizim ellerimizdeki merak, kıskançlık ve kontrol arzusuydu.
Biz, kendi elimizle kendi huzurumuzu bozuyorduk.
Ve bazı insanlar, sadece karıştırmamayı seçerek huzurlu kalıyordu.
5.0
100% (2)