0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
147
Okunma
...ve eskiyordu zaman. Eskimez dediğimiz aynalar dahi. Önce zamanla siyah noktacıklar oluşuyor, içleri kararıyor, çerçeveleri çürüyordu.Bu değişime direnmek maddenin tabiatına aykırıydı ve hiç bir güç bu değişimi önleyemiyordu.
...ve hiç kimse o aynanın oymalı çerçevesini büyük bir ustalıkla, maharetli elleriyle yapan ustasını hatırlamıyordu bile.Ki o usta, kimbilir kaç çocuğunu yaptığı bu işten kazandığı parayla büyütüp yetiştirmişti.Onlar nerededirler, ne yapıyorlardır, kim bilir?
Ya siyah beyaz çekilmiş, zamanla da sararmış eski fotoğraflarımız? Ya onu çeken mahalle fotoğrafçımız?
Ya bir zamanlar gülen yüzümüz? Poz verirken sevinçten parlayan gözlerimiz? Ya yanımızdaki arkadaşlarımız? Analarımız, babalarımız, kardeşlerimiz, akrabalarımız?
Her şey zamanla değişiyordu ve bizler zamana yenik düşüyorduk.Onların ya tamamı, ya da bir kısmı şimdi yoklardı.
Ya bizler öldükten sonra, yerimiz belli olsun diye ardımızdan yaptıracakları mezar taşlarımız? Ya onları yapan mermer ustaları?
Elli, yüz, kim bilir belki de beş yüz yıl sonra kim hatırlar ki bizi? Belki de mezarlarımızın bulunduğu yerlere gökdelenler dikilecek, kim bilir belki de bir genelevin duvarı ya da bir meyhanenin giriş kapısı olacağız.
Kim bilir belki de çimentolarına, un ufak olmuş kemiklerimiz karışacak, şuh sesler yükselecek günah odalarından ve bizler sessiz kalacağız bu utanca.
Kim bilir, belki de sarhoşun biri naralar atacak ortaya. Avucuna para saydığı kadına, kendi malıymış gibi sinkaflı küfürler ederek koynuna girecek, işini görmenin keyfiyle sızıp kalacak.
Kim bilir, belki de hırsını alamayıp, yumruğuyla duvarlara vuracak. Kim bilir, bizler istemeden de olsa tanıklık edeceğiz bu olanlara.
Kim bilir...
Vecdi Murat SOYDAN