1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
385
Okunma
İlk iş gününün heyecanı ile kalbi yerinden çıkacak gibi atmaktaydı. Nasıl kahvaltı yaptığını bile anlamadı, bazı lokmaları çiğnemeden yutmuştu. Kendi kendine bu kadar heyecan biraz fazla diye geçirdi içinden. Derin nefes aldı birkaç kez, biraz rahatladı. Annesine akşamdan ütülettiği gömleğini giydi, aynada kendini beğenmişti. Bu daha iyi geldi. İlk gün yöneticilerin çalışana yaptığı testleri okuduğu yazılar aklına geldi. Gülümseyerek hepsi aklımda dedi. Ama sonuçta kendisi gibi olmanın en doğru olduğu gerçeği sahnede hâkimiyeti kurdu.
Okulda kendini hep bu günler için hazırlamıştı. Kendini artık hazır hissediyordu. Çalışmasının karşılığını alma zamanıydı. Tabi ki bu ilk basamaktı. Daha çok çalışması gerektiğinin bilincindeydi. Uzmandı artık ama daha doktora, akademisyenlik hedefleri vardı.
Aceleyle metronun yürüyen merdivenlerin yerine normal merdivenlerden hızla indi. Biliyordu ilk günden geç kalmak telafisi olmayan hataydı. O her zaman işyerine ilk gelen ve son çıkan olmalıydı. İçinden ‘hadi köstebek gel götür beni yeni başlangıcıma’ dedi.
Peronda bekleyenlerin kim bilir ne hayalleri, evde bıraktıkları ne hüzün ve üzüntüleri vardı, belki de sevinçleri bırakmışlardı, diye düşündü. Duygusal bir şarkı söyleyen sokak çalgıcısının sepetine para koyup usulca ‘sabah şimdi neşeli şeyler çal’ dedi. Şarkıcı gülümseyerek ‘Sefalar getirdiniz sefa geldiniz dostlar’ çalmaya başladı. Bak oldu gelenleri geldikleri için mutlu karşıladı diye gülümsedi. Oh biraz daha rahatladım normal akışa karıştım diye düşündü.
Kendisine verilen personel kartını basıp umutla içeri girdi. En büyük finans kurumlarından biriydi. Önceden kendisine masasının gösterildiği dokuzuncu kata çıkmak için asansöre bindi. İçeride üç kişiydiler. Diğer iki genç kızın birini peronda görmüştü. Günaydın deyip onları başıyla selamladı, inerken de iyi çalışmalar dileğinde de bulundu.
İlk gün oryantasyon toplantısıyla geçti. Yeni başlayan üç kişiydiler kurumun çalışma prensipleri, yöntemleri, mevcut kullanım programları gibi peş peşe yoğun bir bilgilendirmeyle geçti. Bölüm müdürünün, bazı konularda sorduğu sorulara verdiği cevaplarını başıyla onaylaması çok hoşuna gitmişti. İlk gün yoğun bilgi bombardımanı içinde ama güzel geçmişti. Daha çok şey öğrenmesi gerektiğini anlamıştı.
Akşam çıkışınsa kendini çok mutlu hissediyordu. Sanki eline pamuk şekeri verilmiş çocuk gibi sevinçliydi. Ruhu huzura ermiş pişmiş inzivadan çıkmış gibiydi. Gelecekle ilgili fikirler beyninin içinde birbiriyle yarış ediyordu. Ruhun huzuru geleceğin kapılarını müjdeyle açmıştı. Kendini hiç olmadığı kadar enerjik hissediyordu. Hemen yarın olsun yeni bilgilere kavuşayım diye zamanı aceleci olmaya zorluyordu. Hiç bu kadar seveceği bir işinin olacağını ummamıştı. Tüm umutları sanki sırayla kendine doğru yürüyüşe geçmişti.
Perona indi tam hadi köstebek mutlu olarak beni evime götür diye içinden geçirdiği anda, işyeri asansöründeki kızı gördü. Kızın kendini gördüğünü anlayınca başıyla selamladı. O da başıyla selamladı. Aynı durakta indiler ve kalabalığa karıştılar.
Ertesi sabah yine metro da karşılaştılar ve selamlaştılar. Her ikisi de olağan aynı işyerinde görsel tanışan insanlar gibi davranmışlardı. Yine asansöre birlikte bindiler. Sordu;
-Günaydın kaçıncı kat?
-Günaydın onbirinci kat teşekkürler.
-Ben Hakan yeni başladım. Aynı işyerinde ve aynı semtte oturuyoruz.
-Evet ben Hülya, bende dört ay önce başladım.
-İkimizde yeniymişiz ne güzel.
-Evet öyleymiş.
Dokuzuncu kata gelmişlerdi. Karşılıklı ‘Kolay gelsin’ deyip indi.
Yine yoğun bir gün mutlu köstebekle yolculuk. Artık sabah ve akşam birlikte çalışma arkadaşı olarak gidip gelirken konuşarak bazen güncel konuları bazen de işyeri dedikoduları yapıyorlardı. Alışmışlardı birbirine hatta ertesi gün gelmeyecek olan, akşamdan diğerine haber bile verir hale gelmişlerdi. Bir yıl geçmişti. Artık öğle yemeklerinde birbirine haber verip yemekhaneye gittikleri bile oluyordu. Aralarında duygusal hiçbir yaklaşım yoktu. Çok iyi arkadaş olmuşlardı. Hülya bile alışmıştı. Akşam ayrılırken ‘iyi akşamlar sabah köstebekte görüşürüz.’ Diyordu.
Bir akşam ayrılırken Hülya’nın iyi akşamlar dileğindeki kadınsı cazibeli söyleyişi ve farklı gizemli hoş tebessümü aklını karıştırmıştı. Yoksa özel bir ilginin ifadesi miydi. Yok canım bana öyle geldi diye düşündü. Acaba ben ona farklı bir şeyler hissettirmiş olabilir miyim. Bir ara çok güzel beyaz etek giydiğinde, baktığında bizim kızın ne düzgün ve güzel bacakları var diye masumca içinden geçirdiği anda göz göze gelmişlerdi. Ama dostça bir bakış ve yorumdu. Beğeni arkadaşın övgülü bakışıydı. Başka mı anlamış, onu farklı yoruma mı götürmüştü. Aslında düşününce güzel bir kızdı. Huyu ve davranışları takdir edilecek biriydi. Düşüncelerinin savaşa tutuşmasına izin verdi. Duygular tartışıldı. Beğeniler olumlu yönler değerlendirildi. Eve vardı, yatıncaya kadar tüm değerlendirilmeler defalarca yapıldı. Dikkat çeken tüm anlar süzgeçten geçirildi. Sonuçta duygusal hiçbir yaklaşım bulunamadı. Ama değerlendirmelerle, iyi bir insan çok özel yakın bir dost ve arkadaş sonucuna varıldı. Her zamankinden bir saat geç yatmasına sebep olmuştu, sorguya çektiği gönlünün sonuca ulaşması.
Hakan başarılarıyla bölüm şefi olmuştu. Personelin aralarında konuşurken yakışıklı şef geliyor dediklerini duyunca çok mutlu olmuştu. Ama daha yeni başlamıştı. Dünyaca ünlü iktisat dergilerine makaleler yazıyordu. Almanya’dan bir üniversiteden doktora çağrısı gelince çok sevinmişti. Kurumun oradaki merkezinde çalışıp eğitim yapabileceğine genel müdürleri olur verince hazırlıklara başladı.
Bir öğle yemeğinde bölümünden Emin ona
-Hakan sana bir şey sorabilir miyim?
-Tabi Emin sorman kabahat nedir?
-Hakan sen gidiyorsun. Hülya ile aranızda çok özel bir arkadaşlık var. Siz
sevgili değil misiniz? Ne yapacaksınız?
-Biz sevgili değiliz, ama kardeş kadar iyi dostuz. Sen ondan öyle sandın sanırım. O harika bir insan benimde en iyi dostum, arkadaşım.
Emin’in yüzünde bir tebessüm dolaştı. Biraz düşündü!
-Beni iki yıldır tanıyorsun. Kendime göre dürüst, sevecen ve iyi bir insan olmaya çalışırım. Şimdi yanlış anlamazsan ve uygun görürsen, senden bir yardım isteyeceğim.
-Emin anladım. Benden sonraki şef, tabi ki sen olacaksın. Başarılı olduğun için, benim bir şey yapmama gerek yok. Zaten senin hakkın.
-Yok, onu kastetmedim. Ben Hülya’yı çok beğeniyorum. Sizi sevgili sandığım için o duygumu derinlere gömmüştüm. Ama simdi durum değişti. Sen gitmeden bana arkadaşım olarak unutamayacağım bir iyilik yaparsan ömür boyu sana şükran duyup kendimi borçlu hissederim. Yani
ben beceremem, nasıl söyleyeceğimi bilemem, bir çuval inciri berbat ederim. Bu duygumu uygun görürsen dostuna söyleyip oda isterse bir yuva kurmak isterim. Ne dersin?
-Emin ben insanları önce değerlendirip ondan sonra arkadaşımı seçerim. Bu dedemin bana öğrettiği bir yoldur. Sende benim arkadaşım olduğuna göre, dedemin testinden başarıyla geçtin demektir. Merak etme tabi ki söylerim. Mutlu bir yuva kurmanız, iki arkadaşıma vereceğim en güzel hediye olur benim için.
Hülya’ya akşam köstebekte durumu açtı. Gözlerinde bir hüzün görse de o kendini hemen toparlayıp, olabilir dedi. Hülya sakin ve bilge bir kişiliğe bürünmüştü. İyi birisi o, anlaşıp birbirimizi seversek neden olmasın dedi.
Kısa sürede ikisi güzel bir çift oluşturmuşlardı. Hata Hakan girmeden nişan yapmaya karar verdiler. Nişanda Hakan müzisyene önce ‘oğlan bizim kız bizim’le giriş yap dedi.
Aklına gelmişti; İlk gün işe başlarken peronda sokak müzisyeninden istediği gibi, yine uygun bir şarkı isteyerek sonlandırıyordu, hayatının bu sayfasını. En iyi arkadaşını, diğer güvendiği arkadaşına teslim ediyordu. Emin’e! Hatta inandığı Yediemine …
5.0
100% (5)