Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
Remzi Ormancı
Remzi Ormancı

HATIRALARIMDAKİ İZMİR

Yorum

HATIRALARIMDAKİ İZMİR

0

Yorum

4

Beğeni

0,0

Puan

278

Okunma

HATIRALARIMDAKİ  İZMİR

HATIRALARIMDAKİ İZMİR

“Sen nerelisin?” sorusuna “İzmirliyim” diyenlerden değilim ama İzmir benim için, Türkiye’nin 3. büyük kenti olmasından, “Ege’nin incisi” olmasından, uluslararası büyük bir fuara sahip olmasından, Altınordu, Karşıyaka, Göztepe, Altay gibi köklü futbol takımlarına sahip olmasından, efeler diyarı olmasından, çekirdeksiz üzümün anavatanı olmasından, Yeni Asır Gazetesi’nden, Attila İlhan,, Haluk Bilginer, Dario Moreno, Gönül Yazar, Sezen Aksu, Tanju Okan, Çağan Irmak, Adnan Süvari, Fuji Mehmet Türken, Mustafa Denizli, Erhan Önal gibi isimlerle özdeşleşmiş olmasından daha öte bir anlam ifade ediyor. Ben İzmir’i elli yıl öncesiyle, tatilimi geçirdiğim 1975’in yazıyla hatırlarım, hep.

Ben Kırşehir’in Mucur ilçesindenim. Bundan elli yıl önce de,1975 yazında da ortaokul 1. sınıftan 2. sınıfa geçmiş bir öğrenciydim. O zamanlar, ablam, polis memuru olan eşi ile birlikte İzmir’de yaşıyordu. Yaz tatiline yeni girdiğimiz günlerdi. Ablamın kayınbiraderi Şakir ağabey İzmir’e gidecekti. Şakir ağabey beni de birlikte götürmeyi teklif etti. Hayatımda ilk defa büyük bir şehre gidecektim ve üstelik de koskoca bir yaz tatilini orada geçirecektim. Sevinçle ve heyecanla bu teklifi kabul ettim. Annem ve babamdan da izin çıkınca Şakir ağabeyle birlikte İzmir’in yolunu tuttuk.

Mucur gibi küçük bir orta Anadolu kasabasında yaşayan, ortaokul çağındaki bir çocuk için, İzmir gibi büyük bir şehir çok şey ifade ediyordu, elbette. Zaten o yıllarda mahalle arkadaşlarımla birlikte her birimizin sevdiğimiz, gönlümüzde yatan bir büyük şehir vardı. Babası ile birlikte İstanbul’a giden bir arkadaşım İstanbul’u seviyordu. Ağabeyi Ankara’da olduğu için Ankara’yı görüp tanıma imkânı bulmuş bir arkadaşım Ankara’yı seviyordu. Benim için ise o şehir İzmir olacaktı.

İzmir’de geçirdiğim o yaz tatiline ait neler mi hatırlıyorum? Ablamların evinin, Kadifekale sırtlarında bir semtte olduğunu, arkadaşlarımla birlikte ara sıra Kadifekale’nin en yukarısına kadar çıkıp indiğimizi, Yeşildere’nin yanından geçerken (O meşhur derenin adı Yeşildere’miydi sahi? Doğru hatırlıyor muyum?) burunlarımızı tuttuğumuzu, domatese domat, Ayçiçeğine çiğdem, simite gevrek denişini, Kırşehir’de “lan”, “ulan” şeklinde kullanılan ifadelerin bile İzmir’de “len” , “ulen” şeklinde kibarlaştırılışını, bazı akşamlar, o yıllarda diğer illerde olduğu gibi İzmir’de de popüler olan yazlık sinemalara gidişimizi, o yıl gösterime giren, Yılmaz Güney’le Melike Demirağ’ın başrolünü paylaştıkları Arkadaş filmini de ilk defa Kadifekale civarındaki bir yazlık sinemada izleyişimi, eniştemin her gün aldığı Yeni Asır gazetesini hiç aksatmadan okuyuşumu, Kordon boyu gezintilerimizi, vapurlarla Karşıyaka’ya gidip gelişlerimizi, Kemeraltı’ndaki işportacıları, seyyar sokak satıcılarından yapılan sebze ve meyve alışverişlerini, palmiye ağaçlarını, Konak’taki saat kulesini, İzmir Fuarını, Basmane Tren Garı’nı, Kırşehir’in o kuru havasına alışmış bir Orta Anadolu çocuğu olarak İzmir’in o nemli havasında vıcık vıcık terleyişimi, geceleri sıcaktan ve sivrisinekten uyumakta oldukça zorluk çekişimi hatırlıyorum.

Halkapınar’daki akrabalarımızı ziyarete gidişimizde Atatürk Stadının yanından geçerken Spor Toto’nun Türk sporuna kazandırdığı 70 bin kişilik o muhteşem stadyuma duyduğumu hayranlığı da hatırlıyorum. O yıllarda futbola çok meraklı olduğum için bir futbol maçı ile ilgili ayrıntıları da çok iyi hatırlıyorum. 1974-1975 futbol sezonunun son lig maçında Göztepe’nin rakibi Samsunspor’ du. Göztepe’nin ligde kalabilmesi için bu maçtan beraberlikle ayrılması yetiyordu; Samsunspor’un ise mutlaka galip gelmesi gerekiyordu. O zaman yaşımız küçük olduğu için maça gidememiştik, tabii; arkadaşlarla birlikte radyodan takip etmiştik. 1 Haziran Pazar günü, Alsancak Stadı’nda oynanan ve dünya kupalarında maç yöneten ilk Türk hakemi olan, kendisi de bir İzmirli olan, o yılların şöhretli hakemi Doğan Babacan’ın yönettiği karşılaşmanın başlarında Samsunspor 1-0 öne geçmişti. Ancak Göztepe, milli takımın ve Göztepe’ nin efsane futbolcusu Fuji Mehmet’in penaltı golüyle 1-1’lik eşitliği sağlayarak son anda lige tutunmuştu, 2. Lige düşmekten kurtulmuştu ve arkadaşlar da “Senin ayağın uğurlu geldi bak, Göztepe ligde kalmayı başardı” şeklinde latife yapmışlardı.

Bir komşumuz vardı. Seyyar arabasıyla kuruyemiş satardı. Arabasında o yıllarda yaygın olan 45’lik plakların çalındığı bir pikap da vardı. Arabasıyla semt semt dolaşıp satış yaparken bir yandan da o dönemin popüler parçalarıyla halka umumi yayın yapardı. O yıl meşhur olan, Tülay Özer’in yorumladığı “İkimiz Bir Fidanız” ı onun arabasından yaptığı yayından o kadar çok dinlemiştim ki, bugün bile nerde o parçayı duysam İzmir’deki o yaz tatilim aklıma gelir. Daha sonra o komşumuz maaşlı bir iş bulmuştu ve mahallemizdeki o yayın da böylece kesilmişti. O komşumuz ve ailesi buna çok sevinmişlerdi; ben de sevinmiştim ama alıştığımız o sesin kesilmesini de biraz garipsemiştim.

İzmir’e daha sonra da çeşitli vesilelerle birkaç defa gittim. Ama İzmir’e o ilk gidişimin ve orada geçirdiğim yaz tatilimin benim için çok ayrı bir yeri ve değeri vardır. Alsancak, Konak, Basmane, Bornova, Buca, Karşıyaka, Çamdibi, Balçova, İnciraltı, Eşrefpaşa, Hatay, Halkapınar, Güzelyalı, birçokları için İzmir’e ait yerleşim yeri isimleri anlamına geliyor belki sadece. Ama benim kulağıma birer dost, tanıdık isimleri gibi aşina, güzel bir musiki parçasının nağmeleri gibi hoş geliyor bu isimler.

Hayatımda tanıdığım İzmirliler de İzmir gibi farklı, renkli kişiliklerdir. Bunların içinde hiç unutamayacağım ise askerlik arkadaşım Gündüz’dür. Ben askerliğimi İstanbul’da yedek subay olarak yapmıştım. Tuzla Piyade Okulu’nda 215. Dönem olarak temel eğitimimi tamamladıktan sonra, yabancı dil sınavını kazandığım için, kıta subayı olarak Türkiye’nin bir bölgesine gitmek yerine özel kura ile İstanbul Küçükyalı Kara Kuvvetleri Lisan Okulu’na atanmıştım. Kara Kuvvetlerine mensup değişik rütbelerdeki subaylar belli bir süre kıtalarından ayrılarak orada yabancı dil öğreniyorlardı. Biz de onlara öğretmenlik yapıyorduk. Gündüz, Karşıyaka’lı varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Amerika’da kalmış, görgülü, kültürlü, hareketli ve “rahat” bir arkadaştı. Gündüz tabii ki mecburiyetten askerlik yapıyordu; yoksa aslında fazlasıyla “sivil” bir insandı. Gündüz’le Lisan Okulu’nun misafirhanesinde aynı odayı paylaşıyorduk.

Gündüz, istisnasız her hafta sonu hem de uçakla İzmir’e giderdi. Gitmeden önce büyük bir ustalıkla gerekli işlerini hallerdi. Hafta sonu nöbeti varsa bunu hafta içi nöbeti olanlarla değiştirirdi. Normalde askerlerin resmi tatiller dışında görev yaptıkları garnizonu, bizim için İstanbul il sınırları içinde kalan bölgeydi, terk etmeleri yasaktı. Ama bu subaylar için, erlerde olduğu gibi çok sıkı takip edilmezdi. Bizim İngilizce bölüm başkanımız Şenol Albaydı. Şenol Albay sık sık Gündüz’e İzmir’e her hafta sonu gitmemesi için uyarıda bulunurdu; Gündüz ise “Tamam efendim” der ama aksatmadan her hafta sonu İzmir’e gitmekten de vazgeçmezdi.

Şenol Albay, bir Cuma günü bir konuyla ilgili olarak bizi odasına çağırmıştı. O konuyla ilgili konuşmamız bittikten sonra Gündüz’e döndü ve “Sen bu hafta sonu da İzmir’e gidecek misin?” diye sordu. Gündüz biraz durakladıktan sonra “ Eee eeee, evet efendim, gideceğim” dedi. Biz de içimizden tam “Gündüz, bu sefer Şenol Albaya tosladın işte. Bu hafta sonu İstanbul’dasın oğlum!” demiştik ki Şenol Albay tekrar konuştu. ”Gündüz, oğlum… biliyorsun sizin İzmir’in şu tulum peyniri meşhur. Sana bir yer tarif edeceğim. Gelirken bana da oradan tulum peyniri alıver.” demez mi. Biz de daha sonra “Gündüz, seninle kimse baş edemez, Şenol Albay bile pes etti sonunda “ diyerek takdir etmek zorunda kalmıştık. Şenol Albay işini büyük bir hassasiyetle yapan disiplinli bir subay olmasının yanı sıra, aynı zamanda iyi kalpli, sevecen bir insan, peyniri çok seven bir peynir kolik, peynir çeşitlerini ve üretildikleri yerleri iyi bilen gerçek bir peynir uzmanıydı. Onun yanında peynirden söz açarsanız onu susturmanın çarelerini de bulmak zorunda kalırdınız.

Çekirdeksiz üzümün, boyozun, yengenin, kumrunun, menemenin, İzmir köftesinin, İzmir lokmasının anavatanı, Türkiye’nin 3. büyük kenti, Ege’nin incisi, her ne kadar son zamanlarda aşırı göç, trafik, park yeri, körfezin kirliliği, su kesintileri, dikey mimari ve çarpık yapılaşma gibi problemlerle gündeme gelse de, ben İzmir’de elli yıl önce geçirdiğim yaz tatilini her zaman güzellikle hatırlayacağım. İzmir’i ve İzmirlileri tanıdığım için de çok mutluyum.

Remzi Ormancı
Ağustos 2025
BURSA

Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Hatıralarımdaki izmir Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Hatıralarımdaki izmir yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
HATIRALARIMDAKİ İZMİR yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL