0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
165
Okunma

İsrail’in Katliamları ve Zalimlik Tarihi
Filistin’in kara talihi 20. yüzyılın ortasında, dünyanın gözleri önünde yeniden yazılmaya başlandı. Kudüs’ün batısındaki küçük bir köy olan Deir Yasin’de, 9 Nisan 1948 sabahı yaşananlar bu hikâyenin ilk acı çığlığıydı. Tarafsız olduğunu ilan eden köy, Irgun ve Lehi adlı Siyonist örgütlerin silahlı militanları tarafından basıldı. Kadınların tecavüze uğradığı, çocukların kurşuna dizildiği, yaşlıların evleriyle birlikte yakıldığı bu katliam, sadece bir köyü yok etmekle kalmadı; bütün Filistin halkının yüreğine korku saldı. Çünkü bu katliam, bir ülkenin kurulması için başkalarının evlerinin yıkılmasını, çocuklarının ölmesini ve kadınlarının susturulmasını gerekli gören bir zihniyetin ilanıydı.
Bu zihniyetin devamı, 1956 yılında Kafr Qasim’de kendini tekrar gösterdi. Sokağa çıkma yasağından habersiz evlerine dönen köylüler, İsrail askerleri tarafından yolda durduruldu ve hiç sorgusuz infaz edildi. Öldürülenlerin arasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar vardı. Katliam sonrası açılan göstermelik davalarla sorumlular kısa süreli cezalarla serbest bırakıldı. İsrail devletinin “özür” dahi dilemediği bu olay, Arap yurttaşlara verilmiş sessiz bir gözdağıydı.
1982 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta, İsrail ordusu tarafından kuşatma altına alınan Sabra ve Şatila mülteci kamplarında ise kelimelerin tükendiği bir utanç yaşandı. İsrail’in desteklediği Hristiyan Falanjist milisler, kamplarda yaşayan Filistinli sivilleri 48 saat boyunca katletti. Sokaklar kadın ve çocuk cesetleriyle doldu. Kimi kaynaklara göre 3.000’e yakın sivil, İsrail ordusunun gözleri önünde, hatta bilgisi dahilinde öldürüldü. Bu vahşet, uluslararası medyanın tepkisine neden olsa da, sorumlular yargılanmadı. Aksine Ariel Şaron, katliamla özdeşleşen isimlerden biri olmasına rağmen İsrail’de başbakanlığa kadar yükseldi.
2000’li yıllara gelindiğinde, zulmün biçimi değişmedi. Sadece daha örgütlü, daha sistematik ve daha ölümcül hâle geldi. 2002 yılında Batı Şeria’daki Jenin mülteci kampına düzenlenen saldırıda, İsrail tankları ve buldozerleri kampı yerle bir etti. Enkaz altında can çekişen siviller, yardım ekiplerine ulaşılamadığı için öldü. Ambülanslar hedef alındı, gazeteciler kamp alanına sokulmadı. Bu saldırı, uluslararası insan hakları örgütleri tarafından "savaş suçu" olarak tanımlandı, ama İsrail bir kez daha korundu.
2008 yılında Gazze Şeridi’ne yönelik başlatılan “Dökme Kurşun” operasyonunda, yüzlerce çocuk ve sivil hedef alındı. Beyaz fosfor bombalarının kullanıldığı bu saldırı, sadece fiziksel değil, psikolojik yıkım da yarattı. Camiler, okullar, hastaneler bombalandı. 2012’de başlayan “Savunma Sütunu” saldırısı da benzer şekilde sivil yerleşimlere yöneldi. Gazze’nin kuşatma altındaki yapısı, bu saldırılarda halkın kaçmasına, sığınmasına ya da direnmesine izin vermedi.
2014 yılında Gazze yeniden kana bulandı. “Koruyucu Hat” operasyonunda, İsrail savaş uçakları BM’ye ait okulları, sığınakları, hastaneleri hedef aldı. 2.000’den fazla Filistinli öldü. 500’ü çocuktu. Bazı aileler tamamen yok oldu. Aynı soyadını taşıyan dokuz kişinin bir günde hayatını kaybettiği evler oldu. Uluslararası kamuoyu kısa süreli bir tepki gösterdi ama İsrail yine hesap vermedi.
2021’deki Şeyh Cerrah direnişi sonrası, İsrail Gazze’ye bir kez daha bomba yağdırdı. 11 günlük saldırıda yüksek katlı binalar yıkıldı, medya ofisleri bombalandı, aileler enkaz altında kaldı. Bu saldırılar, artık savaş değil; doğrudan sivillerin hedef alındığı bir yok etme planıydı.
Ve 2023… Hamas’ın 7 Ekim saldırısının ardından başlayan misilleme süreci, modern zamanların en ağır katliamlarından birine dönüştü. İsrail, sadece Hamas’ı değil, tüm Gazze’yi hedef aldı. Kuzey Gazze haritadan silindi. Hastaneler, fırınlar, su arıtma tesisleri, okullar, hatta mezarlıklar bombalandı. Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken, su için sıraya giren insanlar vuruldu. Açlık, susuzluk, ilaçsızlık bir savaş taktiğine dönüştü. Binlerce çocuk, ya bombayla ya da açlıkla öldü. “İnsani koridor” denilerek açılan yollar bombalandı. Uluslararası medya susturulmaya çalışıldı. Sosyal medya sansürlendi. Bir halk yok ediliyordu ve dünya sadece izliyordu.
Bu sadece savaş değildi. Bu bir soykırımın adım adım inşasıydı. İsrail, on yıllardır işlediği insan hakları ihlallerini artık açıktan, göstere göstere yapıyordu. Hukuk, diplomasi, ahlak... Hepsi bir bir çiğnendi. Filistinli çocukların yüzleri hep aynı kaldı: aç, susuz, korkmuş ve yalnız. Çünkü büyümeye fırsatları olmadı. Çünkü "büyümez ölü çocuklar".
İsrail’in işlediği katliamlar birer istisna değil, bir sistemin ürünüdür. Bu sistem; toprağa, insana, tarihe ve hafızaya yönelmiş bir saldırıdır. Silahla, ambargoyla, hukuksuzlukla, sessizlikle ve işbirlikçilikle desteklenmektedir. İsrail’in katliam tarihi, sadece Filistinlilerin değil, tüm insanlığın vicdanını ilgilendiren bir suç dosyasıdır. Ve bu dosya her gün yeniden yazılmakta, her yeni bombada bir çocuğun hikâyesi daha yarım kalmaktadır.