Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
hayalihanım
hayalihanım

BÖLÜM 31

Yorum

BÖLÜM 31

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

199

Okunma

BÖLÜM 31

Büyük bir yalan, kaybolmuş o örümcek gibi Jale’nin etrafında bir yerlerde usul usul ve sinsice ilerliyordu. Jale onun gözlerinin içindeki ihaneti hiç aramamıştı ki görsün. Tüm benliğiyle ona inanmıştı. Elini tutan sımsıcak eli, umutla bakan derin bakışları yalan mıydı? Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? Aklı almıyordu, bu işte bir yanlışlık vardı. Reyhan’a inanmak içinden gelmiyordu. Mete neden başka bir kadınla sarmaş dolaş halde pastanede otursun? Mete böyle bir şey yapmazdı. Üstelik aşkları daha çok tazeydi. Hangi adam sevgilisini karnı burnunda bir kadınla aldatırdı? Kadın hamileyse, Mete onu ne zamandan beri kandırıyordu? Hayır, böyle bir şey mümkün değildi. Mete’ye olan güveni öylesine derindi ki; o, şimdiye kadar tanıdığı en olgun adamdı. Böyle çocuksu oyunlara asla bulaşmaz, ilişkisine duyduğu saygıyı hiçbir zaman kaybetmezdi. Tüm benliğiyle ona inanmıştı.
Bereket telaşla, “Neden hâlâ yazmıyorsun? Prova süreci uzun sürecek, zaman daralıyor; sen hemen yazmazsan ekip sahneye hazırlanamaz!”
Yavuz, “Bu kızın hali ne böyle?” dedi ve bir anlık sessizlikten sonra ekledi, “Kızım senin saçlarına ne oldu? Ne yaptın kendine?”
Jale, “Her şey çok sahte, tüm bunlar koca bir yalan… Oysa Mete’ye inanmıştım. Her şey şaka gibi… Onu bir daha görmem imkânsız. Babaanne o diğer oyuncular gibi değildi. O çok gerçekti. Nasıl böyle oldu anlamıyorum. Çok üzgünüm. Olanlara inanamıyorum.”
Jülide kibirli bir tavırla, “Tüm bu sıkıcı karakterleri sen yarattın işte… Senden beklenen performans. Zaten senden ne beklenir ki? Tam kendine göre bir şey yazmışsın, abuk sabuk, dandik bir şey… Böyle bir oyuna kim inanır? Sonuna kadar kim izler bunu? Gerçekten kötü… Çok kötü…”
Jale masada tek başına oturmuştu, saçları asker tıraşı gibi kesilmişti. “Sus artık. Sus! Daha fazla dinlemek istemiyorum seni.” Birden ayağa kalkıp ablasının yakasına yapıştı, “Sen bir rüyadan ibaretsin. Bense gerçeğim.” Gözlerini açarak öfkeyle ona bakmaya devam etti. “Hiç olmadığım kadar gerçeğim. Anlıyor musun?”
Jülide onu itti, “Sen gerçek filan değilsin. Üstelik hayatın da sahte. Tüm bunları yaşasan da, hiçbir zaman bu senin hayatın olamayacak. Bu bir rüyadan ibaret. Mete diye biri de yok.” Hafif bir tebessüm ettiğinden daha sakin gözüküyordu, kısa bir sessizlikten sonra ekledi, “Gerçek aşkı bulduğunda anlayacaksın.” Arkasını döndü ve yavaşça çıkıp gitti.
Jale odada yalnız kalmıştı. Etrafına bakındığında bu durum da onun için oldukça tuhaftı. Dedesi ve babaannesi bu kadar kısa süre içerisinde, odadan göze batmadan nasıl çıkabilmişlerdi? Biraz hava almak için dışarı çıkmaya karar verdi, ilk önce mutfağa girip susuzluğunu giderdikten sonra üzerine ince bir hırka alıp sahilin yolunu tuttu. Öğle güneşi onu rahatsız ettiğinden gözlerini hafifçe kısmak zorunda kaldı. Mete’nin yokluğuna nasıl alışacaktı? Ölüm kötü bir şaka gibiydi. Onun öldüğüne inanamıyordu. Kaybolmuş olması öldüğü anlamına mı gelirdi? Hayır. Sanki hala bir yerlerde onu bekliyor gibiydi. Sahile giden yolda yürürken, uzakta bir yerde gördüğü karartı dikkatini çekti. Anlam veremediği bu büyük boşluk, sanki onun için uzaktan gelen bir çağrıydı. O yöne yürümeye başladı. Karartıya yaklaştıkça içine bir korku doldu fakat içinde alevlenen merak onu o yöne itelediğinden, kendini o yöne yürümek zorunda hissetti. Yürüdükçe yanından geçtiği ağaçlar koyu yeşil bir gölgeye dönüştü, otlar bir kısaldı bir uzadı, gökyüzündeki bulutlar onu bir denizde sürükleniyormuşçasına akıntıya bıraktı. Yine eski düşüncelerine döndü. Aklına ablasının söyledikleri geldi. Eğer ablası ve diğer oyuncular gerçek değilse yaşamasının bir anlamı var mıydı? Tüm bunları kendisi yazıyorsa, onu kim yaratmıştı? Annesini yazıp yazmadığını hiç hatırlayamıyordu. Belki de kitabın kayıp sayfalarında daha bir sürü yaşanmışlıkları vardı. Mete nereye kaybolmuştu? Bir taşa takılıp düşmesiyle, kendini yerde buldu. Yavaşça ayağa kalktığında, pantolonunda açılan küçük deliklerden gözüken dizinde, kanamayı bekleyen taze çizikler gördü. Eliyle dokunduğunda, ince bir sızı hissetti. Sırtını dikleştirip yürümeye devam etti. İlerledikçe yere bakıp yolundaki taşları kontrol etmeye başladı. Ellerinde hissettiği acıyla durup, kirlenmiş avuçlarını inceledi, uzun çizikler yer yer kanıyordu. Başını kaldırdığında uzaktan gördüğü karartının bir obruk olduğunu fark etti. Obruğun kenarında bir çoban oturuyordu. Çobanın yüzü ona Mete’yi hatırlattı. O kadar çok benziyorlardı ki, yüzü güneşten yanmış bu adama öylece bakakaldı. Çobanın kirli ve nemli yüzü iki gözünün altından uzanan kalın beyaz çizgilerle temizlenmişti. Kurumuş gözyaşları üzüntüsünü ve yakın zamanda ağladığını belli ediyordu. Çobanın obruğun dibinde ne gördüğüne bakmak için adımlarını hızlandırdı. Artık içinde uyanan merakı sonlandırmak istediğinden koşmaya başladı. Oraya ulaşması bayağı zaman almıştı, öğle güneşi yerini akşamüstü serinliğine bırakmıştı.
Bu büyük obruğa baktığı anda dibinde yatan koyunu gördü. Koyun yattığı yerde can vermiş, hareketsiz halde duruyordu. İçini bir sıkıntı kapladı. Buruk bir yüz ifadesiyle koyunun etrafında uzanan kandan nehirlere baktı. Koyunun beyaz tüylerinin üzerindeki mavi boyayla yazılmış “7” harfine öylece bakakaldı. Tüyleri griye çalan koyunlar gibi değildi, o kadar temiz ve parlaktı ki obruğun karanlığında bile güzelliğiyle hayranlık uyandırıyordu. Duyduğu sesle irkildi, “Ablam, ne işin var burada?” Çobanın yüzüne şaşkınlıkla bakarken, adamın Mete’ye hiç benzemediğini fark ettiğinden bu durumda ne söyleyeceğini bilemedi. Adam ekledi, “Ablam evine dönesin. Buralar karanlıkta tehlikeli. Böyle bir çukur hayatımda görmedim ha. Bu ne, böyle… Koyunumdan oldum. He. Bir de yok yere. Vah vah koyunum. Hele bir de en sevdiğim. Oy benim kınalı kuzum. Sen ne ara büyüdün de gezdiriverdim seni. Ah, buralara gelmez olaydım.” Jale koyunu inceliyordu. “Benim eş de söylemişti. Bu bizimle kalıversin demişti de dinlemedim. Vah benim kafama.” Çoban elini başına vurdu, iç çekerken ayaklandı.
Eliyle havada selam verip gülümsedi sonra elini kalbine koyarak belli belirsiz eğildi, “Ablam sana iyi akşamlar.”
Jale, “İyi akşamlar.”
Çobanın usulca dönüp gitmesini izlerken adamın ne kadar yaşlı olduğuna da ayrıca şaşırdı. Hala onun Mete olmadığına kendini inandırmaya çalışıyor gibiydi. Konuşması ve çarpık dişleri onu ikna etmişti ama sanki bu yalana inanmak istiyormuşçasına arkasından bir süre daha baktı.





Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Bölüm 31 Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bölüm 31 yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
BÖLÜM 31 yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL