0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
192
Okunma

Son yıllarda Türkiye, yaz aylarının ne yazık ki değişmez gündemi olan orman yangınlarıyla boğuşuyor. Ülkenin dört bir yanında eşzamanlı olarak başlayan yangınlar, birçok şehirde günlerce, hatta haftalarca kontrol altına alınamıyor. Bu trajedi artık olağanlaştı. “Alışmayalım” dediğimiz ne varsa, ona alışır olduk.
Her yaz olduğu gibi bu yaz da Türkiye’nin dört bir yanından yükselen dumanlar ve alevler, yalnızca ormanlarımızı değil; hafızamızı, vicdanımızı ve geleceğimizi de yakıyor. Her yangın sezonu, aynı senaryoyla karşımıza çıkıyor: yetersiz müdahale, geç gelen uçaklar, iktidarın sessizliği ve halkın kendi olanaklarıyla doğayı savunma çabası.
Ama bu kez, sadece yanan ağaçlara değil, yakılan güvene de bakmamız gerekiyor. Bu yangınlar gerçekten kader mi, yoksa göz göre göre gelen bir felaket mi?
Orman yangınları sadece bir doğal afet değil; yıllardır sürdürülen ihmallerin, yetersiz politikaların ve toplumsal çelişkilerin yansımasıdır. Türkiye’deki orman yangınlarını anlamak, sadece alevlere değil, o alevlerin beslendiği politikalara da bakmayı gerektiriyor. Çünkü orman yangınları bu ülkede yalnızca çevresel değil; siyasi, ekonomik ve sosyal bir krizdir.
Yangın uçaklarının yetersizliği ve ihmaller felaketin boyutunu artırıyor
Türkiye’de yangın söndürme filosundaki eksiklikler yıllardır biliniyor. Ancak bu eksiklikler, devletin yangınlara hazırlıksız yakalanmasıyla birleşince sonuçlar yıkıcı oluyor. Yangın uçaklarının yetersizliği ya da bazı dönemlerde tamamen yokluğu, yangınların hızla büyümesinin sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki iktidar, bu kritik altyapı yatırımlarını zamanında yapmadığı gibi, yangın müdahalesinde etkin ve hızlı hareket etmek yerine halkta güven sarsıcı söylemlerle yetinmeyi tercih ediyor. Kriz anlarında ortaya çıkan organizasyon eksikliği, halkın devletin yangınlarla mücadelede yetersiz kaldığı kanaatini güçlendiriyor.
Yangınların doğal sebeplerle çıkmadığına dair halk arasında ciddi bir kuşku var. Kundaklama ve sabotaj iddiaları, yangınların artışının ardında bilinçli bir tahribat olabileceği fikrini güçlendiriyor. Bu inanç, sadece yangınların nedenlerini anlamaya yönelik bir tepki değil; aynı zamanda devletin yangınlarla mücadeledeki zaafları ve şeffaf olmayan tutumlarıyla da besleniyor. Bu noktada, halkın güvenini kazanmak için yetkililerin açıklamalarının ve önleyici tedbirlerin daha açık, net ve hesap verebilir olması gerekiyor
Türkiye ve “İklim Kanunu” çıkmazı
Elbette iklim değişikliği yangın riskini artırıyor. Kuraklık, aşırı sıcaklıklar ve ani hava değişimleri Türkiye’yi yangınlara daha açık hâle getiriyor. Ancak bu risk karşısında alınan önlemler ne kadar yeterli? Türkiye uzun yıllar boyunca kapsamlı bir İklim Kanunu’na sahip değildi. Bu eksiklik, emisyonların kontrol altına alınamamasına, karbon ayak izinin büyümesine ve yangın riskinin sistematik biçimde artmasına neden oldu. Nihayet 3 Temmuz 2025’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden İklim Kanunu geçti. Ancak bu kanun, yıllardır beklenen bütünlüklü çözümü sunabildi mi? Uzmanlara ve çevre örgütlerine göre, cevap ne yazık ki hayır.
Greenpeace, Yeşil Düşünce Derneği ve İklim İçin 350 gibi birçok sivil toplum kuruluşu, yasayı eksik ve belirsiz buluyor. Öncelikle fosil yakıtlardan çıkışa dair net bir takvim yer almıyor. Türkiye’nin kömüre dayalı enerji politikasında nasıl bir dönüşüm yaşanacağı belirsiz. Ayrıca, “adil geçiş” kavramı sadece birkaç yerde sembolik olarak geçiyor; oysa bu dönüşümün sosyal maliyetini en aza indirecek yapılar kurulmadan, iklim adaletinden söz etmek mümkün değil.
Yasanın uygulama maddeleri de oldukça belirsiz. Emisyon azaltım hedefleri açıklanıyor, ancak bu hedeflere hangi sektörlerin nasıl katkı sunacağı, hangi yaptırımların uygulanacağı belli değil. Tarım politikalarına, yapay gıdalara, yeşil vergilere ya da karbon piyasalarına dair düzenlemeler ise ya hiç yok ya da detaylandırılmamış. Örneğin Avrupa Birliği’nin Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile tam uyum hedefleniyor ama bu uyumun nasıl sağlanacağına dair yol haritası kanun dışı düzenlemelere bırakılmış durumda.
Tüm bu eksiklikler, kamuoyunda,orman yangınları gibi somut krizlerde devlete duyulan güveni zedeliyor. Yangın söndürme uçaklarının yıllardır yetersiz olması, afet koordinasyonunun zayıflığı ve kriz anlarında halkın belirsizlik içinde bırakılması da bu tablonun parçası.
Yangınların ardındaki rant şüphesi: Şeffaflık ve hesap verebilirlik şart
Yangınların söndürülmesinin ardından en çok tartışılan konulardan biri de yanan orman alanlarının nasıl değerlendirileceği oluyor. Son dönemde, yanan boş arazilerin turizm yatırımlarına, madnlere ve özellikle otellere tahsis edileceğine dair haberler ve açıklamalar medyada geniş yer buldu. Bu durum, halkta yangınların arka planında ekonomik çıkarların olduğu ve doğal varlıkların rant uğruna feda edildiği algısını güçlendiriyor. Ormanların sadece ekosistem değil, toplumun ortak mirası olduğu unutulmamalı; yanan alanların bu şekilde imara açılması, doğal dengenin ve kamusal hakların ciddi şekilde ihlali anlamına gelir. Bu noktada şeffaflık ve hesap verebilirlik, yalnızca iyi yönetimin değil, toplumun devlete olan güveninin de temelidir.
Gelecek nesillere yaşanabilir bir doğa bırakmak için bugün harekete geçmeliyiz
Orman yangınları sadece ağaçların yok olmasına sebep olmuyor; tarım alanları, hayvancılık, yerel ekosistem ve biyoçeşitlilik de büyük zarar görüyor. Ekonomik olarak da yangınların yarattığı yıkım, devlet bütçesine ağır bir yük bindirirken, bölge halkının geçim kaynaklarını ve yaşam kalitesini derinden etkiliyor. Bu tablo, kalkınma ve çevre politikalarının ne kadar dengesiz yürütüldüğünü gözler önüne seriyor. Oysa doğa ve insan birlikte düşünülmeli, ormanların korunması kalkınmanın ön koşulu olarak görülmeli. Ne var ki Türkiye’de çevre ve kalkınma hâlâ iki ayrı kutup gibi görülüyor. Oysa sürdürülebilir kalkınma, doğayı korumadan mümkün değildir.
Yangınların ardındaki ihmaller, yetersizlikler ve planlar sorgulanmadan; sadece alevler söndürülerek gerçek sorunlar çözülemez. Bu felaketlere karşı duyarlılığı artırmak, sorumluları hesap vermeye çağırmak ve ortak bir mücadele ruhu oluşturmak hepimizin görevidir. Gelecek nesillere yaşanabilir bir doğa bırakmak istiyorsak, bugün harekete geçmeliyiz.
Bugün geldiğimiz noktada bir gerçeği yüksek sesle söylemek zorundayız: Türkiye’nin sadece yasaya değil, gerçek bir iradeye ihtiyacı var.
Bir şeyleri "kökten" değiştirmek için;
Bir şey Yapmalı!
28 Temmuz 2025
Kaynak: gultenkahraman.com.tr/orman-yanginlari-siyasi-bir-krizdir/
#ormanyangınları #yangınlar #bursa #istanbul #izmir #antalya #mersin #tarımveormanbakanlığı #ibrahimyumaklı #içişleribakanlığı #aliyerlikaya
5.0
100% (2)